30 Ekim 2013 Çarşamba

Bilinen 786 dış gezegenin interaktif haritası

XKCD, Samanyolu Gökadamızda yer alan, keşfedilmiş 786 dış gezegeni gösteren bir infografik yayınlamıştı. Bunlar, Güneş yörüngesinde ve diğerleri de kendi güneşlerinin yörüngelerinde dönen gezegenler. Planetary Habitability Laboratory (gezegen yaşanabilirlik laboratuvarı), Lane Harrison'ın kodlamalarının da yardımıyla bu haritanın interaktif bir versiyonunu yayınladı.


İnteraktif haritada 786 dış gezegen yer alıyor. Fakat dış gezegen ansiklopedisi bugün 778 dış gezegen olduğunu belirtiriyor. Peki neden farklı? Bu, astronomların diğer bilimadamları ile aralarındaki gezegen tanımlamasına dair fikir ayrılığından kaynaklanıyor.
Şimdilik bu farkı çok da önemsememek gerekiyor. zira her geçen ay yeni dış gezegenler bulunmaya devam ediyor ve geçtiğimiz yıllarda yapılan hesaplamalara göre gökadamızda 100 milyarın üzerinde gezegen olabilir. Yani daha keşfedeceğimiz çok gezegen var.
İnteraktif haritadaki herhangi bir gezegenin üzerine geldiğinizde, bu gezegenin hangi yıl keşfedildiğini, atmosfer yapısını ve Dünya'ya oranla çapını öğrenebiliyorsunuz.
Bu interaktif haritaya buradan ulaşarak siz de inceleyebilirsiniz.



28 Ekim 2013 Pazartesi

AYLA ARAMIZDAKİ MESAFE BÜYÜYOR


Tek uydumuz olan ay, bizden gittikçe uzaklaşıyor. Zaman geçtikçe dahada uzaklaşıp çok küçük boyutlarda göreceğiz ayı.
Yılda 3.8 cm uzaklaşan ay bir gün yörüngemizden çıkacak ve uydusuz kalacağız. peki yörüngemizden çıkarsa ne olur?
Apollo misyonuyla Ay'a giden ve 21 Temmuz 1969'da Ay'ın yüzeyine 100 aynadan oluşan bir panel bırakan ünlü astronotlar Buzz Aldrin ve Neil Armstrong, Ay'la Dünya arasındaki mesafenin kesin olarak ölçülmesini sağladılar.

Teksas'ta bulunan McDonald Gözlemevi'nden, her gün, aynı saatte, dakikasını aksatmadan, Ay'ın yüzeyindeki bu aynalı panele bir lazer ışını gönderiliyor. Panelin aynaları tarafından yeniden Dünya'ya yanstılan lazer ışını, gözlemevindeki teleskop ve hassas ölçüm aletleri tarafından yakalanıp, Dünya ile Ay arasındaki mesafe ölçülüyor. 40 yıldan beri, her gün, aynı saatte yapılan ölçüm, Ay'ın Dünya'dan yavaş yavaş ama hiç durmadan uzaklaştığını ortaya koyuyor.


Peki uzaklaşırsa ne olur?

Bir kere dünyada hayat olmaz.
Bu kuvvet olmazsa (yani ay olmazsa) sürtünme kuvveti kalkacağı için dünya daha hızlı dönmeye başlayacaktır. Böylece bir gün 24 saat değil yaklaşık 8 saat olacaktır.
Şimdiden bir çoğumuz, geçmişe göre, günlerin daha çabuk geçtiğinden, 24 saatin bize yetmediğinden yakınıp duruyoruz. Belki de bizde, böyle bir algılama yaratıyor olabilir.

Hızlı dönen Dünyamız ekvatordan başlamak üzere atmosferini kaybetmeye başlayacaktır. Dünyanın ekvatordaki çizgisel hızı fazla olduğundan buradaki cisimler merkezkaç kuvvetten dolayı daha hafif oluyorlar. Dünya hızlı dönmeye başlayınca Dünyanın çekim kuvvetini aşan moleküller atmosferi bir bir terk edecekler. Ekvatorda oluşan alçak basınçtan dolayı kutuplardan buraya doğru şiddetli rüzgarlar esmeye başlayacak. Bu rüzgarlar, Dünya, atmosferini tamamen kaybedinceye kadar devam edecek.

Dünya atmosferini kaybetmese dahi Dünyanın hızlı dönmesi rüzgarların hızlarını etkileyecektir. Örneğin Jüpiter bir tam dönüşünü 10 saatte tamamladığı için üzerinde yaklaşık 150 -300 km/h hızında kasırgalar gözlenmektedir. Dünyamızda da bu hızda fırtına ve kasırgalar oluşacak bu ise hayatı kötü şekilde etkileyecektir.

Diğer bir etki ise mevsimlerin oluşumunda gözlemlenecektir. Mevsimler, Dünyanın düşey ekseniyle yaptığı 23 derecelik açı sonucunda oluşmaktadır. Ay olmasaydı veya olmasa bu durumda bu açı 23 değil 90 derece olacaktı. Bunun sonucunda kutuplar ekvatorla yer değiştirecek ve böylece kutuplar ekvator kadar sıcak, ekvatorda kutuplar kadar soğuk olacaktı. Tabi bu sıcaklık değişimleri çok hızlı gerçekleşeceğinden bir anda dondurucu soğuklar bir anda ise 100 ºC"ye varan kavurucu, öldürücü sıcaklar insan yaşamını yada genel anlamda yaşamı olumsuz olarak etkileyecek.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/
http://www.haber3.com/ay-her-yil-dunyadan-4-cm-kadar-uzaklasiyor,-yani...-104714y.htm

EYÜP PAYAS


27 Ekim 2013 Pazar

ANTARTİKADA HİÇ KAR TUTMAYAN YER


Burası McMurdo boğazının batısında Victoria topraklarında yer alan: “Dry Valley” yani Kuru Vadidir. Bu bölge dünyanın en kuru ve en kurak bölümü olarak biliniyor. Kuru vadiyi daha da ilginç halen getiren nokta, vadinin uçsuz bucaksız bir kum çölü olması, çevrede mumyalanmış fok cesetlerinin bulunması ve saatte 300 km’yi aşan Karabatık rüzgarları. Bu vadide yerler rüzgarın oluşturduğu seramik şekilleri ile kaplı ve diğer bir ilginç nokta kayaların şekillerinin rüzgarın etkisiyle hep bir çanak şekline dönüşmüş olması.



Kuru Vadide saatte 300 km’yi aşan Karabatık rüzgarlar sayesinde vadiye hiç kar düşmüyor ve burası dünyanın en kuru yeri olarak adlandırılıyor. Kuru Vadiyi daha da gizemli yapan şey, hiç bir zaman yağmur veya kar düşmeyen çölün üstünde nasıl bir göl oluştuğu. Bilim adamları bu suyun yerin derinliklerinden geldiğini düşünüyor ve burada başka bir canlının yaşayıp yaşamadığı konusunda araştırmalarını sürdürüyor.

 KAAN ÇİMEN

25 Ekim 2013 Cuma

Dünyanın Manyetik Alanı




Yaşadığımız yerin yaklaşık 3.200 kilometre kadar altında, dünyanın eriyik çekirdeğinde olan bitenler, biz farkında olmasak da, hayatımızın her gününe tesir ediyor. Burada; yaklaşık 5.700°C'deki, çoğunlukla sıvı demirden oluşan ve ayın hacminin üçte ikisine yakın büyüklüğe sahip olan devasa okyanus, görünmez bir kuvvetin oluşumunun sorumlusu: Dünyanın manyetik alanı. Jeodinamoyu göz önünde bulunduran kurama göre; sıvı demirin hareketi sonucu bir elektrik akımı oluşur ve bu akım manyetik alanların oluşumuna sebebiyet verir. Yüklü metal parçacıklar manyetik alanlardan geçerek devamlı ve döngüsel bir elektrik akımı yaratır. Çekirdekteki sıvı metalin daimi hareketine bağlı olarak bir miktar manyetik alan oluşur ve bu alan çekirdekte yeni akımlar oluşturur. Bu akımlar ise daha fazla manyetik alana sebep olarak geri beslemeli bir döngü yaratır.



Manyetizma, mıknatısın uyguladığı çekici ve itici güç ile hepimize tanıdık olan bir olgudur. Elektrikle bir araya geldiğinde ise günümüz teknolojisinin en temel ögelerinden biri haline gelir. Elektrik santrallerinden klasik tip televizyonlara kadar hemen her teknolojinin temelini oluşturur. Örneğin, bilgisayar sisteminin önemli bir parçası olan sabit disklerin temel çalışma prensibi, sabit disklerin manyetik materyallerden oluşmuş plaklarına bilgi depolamak üzerine kuruludur. Aslında, Dünya'nın kendisi de devasa bir mıknatıs özelliği gösterir. Aynı yer çekimi kuvveti gibi, pek de farkında olmadığımız fakat yaşamımızı genel anlamda etkiyen başka bir kuvvet ise manyetik alan kuvvetidir.




Dünya'nın çekirdeğinde oluşan manyetizma, şematik olarak, Güney Kutbu yakınlarında Dünya'dan çıkar ve gezegeninin etrafını dolaşarak Kuzey Kutbu yakınlarından tekrar çekirdeğe döner. Coğrafik ve manyetik kutuplar yakın olsa da aynı yerde değildir. Ayrıca manyetik kutuplar, Dünya'nın manyetik alanındaki değişimle birlikte yer değiştirirler. Verilere göre manyetik kutuplar, yirminci yüzyılın başlarında yılda 9 km yer değiştirirken son yıllarda artan ivmesiyle yer değişimini yılda yaklaşık 41 km'ye çıkarmış bulunuyor.



Manyetik alan Dünya'nın koruyucu güç tabakasıdır. Aynı kapalı bir alanın sağladığı koruyuculuk gibi, manyetik alan da Dünya'yı uzaydaki olumsuz hava koşulları ve radyasyondan korur. Galaksiler boyu esebilen radyasyon rüzgarlarının çoğu yıldız patlamalarından yayılan ve Dünya'ya zarar verebilecek parçacıklardan oluşur. Kaldı ki bunun için çok uzağa gitmemize gerek yoktur; hali hazırda koca bir termonükleer fırın olan Güneş de patlamalar esnasında yüksek miktarda tehlikeli madde salınımına yol açar. Her birkaç saatte bir Dünya, Güneş'in çok sayıda yüklü parçacık püskürtmesiyle oluşan rüzgarlara maruz kalır. Bu olaya güneş rüzgarları (solar wind) da denir. Manyetizma sayesinde yüklü parçacıklardan oluşan rüzgarların etkinliği bastırılır; bu parçacıkların, Dünya'ya zarar vermeden, Dünya'nın çevresinden akması sağlanır. Bu akış esnasında oluşan enerji, Kuzey ve Güney Işıkları (aurora borealis) olarak belirli zamanlarda Dünya'da gözlemlenebilir hale gelir.

Yüklü parçacıklar, aynı bir metal telden geçen akım gibi manyetik alan çizgileri boyunca hareket eder. Güneş de Dünya'ya benzer ve çoğunlukla hidrojenden oluşan bir atmosfere sahiptir. Güneş, sahip olduğu yüksek ısının sağladığı enerjinin yardımıyla, solar sisteme manyetik alanı boyunca yüksek hızda ve yüklü parçacıklar yayar. Bu solar rüzgarlar Dünya'nın manyetik alanına etkiyerek manyetik alan çizgilerinin şekil değiştirmesine sebep olur. Manyetik etkileşim sonucu, Dünya'nın Güneş'e bakan yüzündeki manyetik açıdan güçlenen alan manyetosfer (magnetosfer); aksi yöndeki ve manyetik olarak yoğunluğu azalmış alan ise manyetik kuyruk (magnetotail) olarak adlandırılır. Solar rüzgarların Dünya'nın manyetik alanı üzerinde uyguladığı basınç enerji oluşumuna yol açar. Oluşan enerji devamlı olarak manyetosferde toplanır. Solar parçacıkların Güneş'e geri dönüşü için, kuyruk bölgesinden manyetosfere doğru akışı Dünya'nın iki ucu arasında elektrostatik bir potansiyel farkı oluşumuna sebebiyet verir. Oluşan voltaj, elektronların manyetik kutuplara doğru itilmesine neden olur. Manyetik alan çizgileri boyunca hızlanarak kutuplara itilen çok sayıda elektron atmosferin üst katmanlarına kadar aşağı doğrultuda itilir. İyonosferde elektronların gaz atomlarıyla çarpışması sonucu enerji açığa çıkar. Sonuç olarak iyonosferdeki gazlar parlamaya yol açar ve elektronların kutup alanlarının dışına doğru akışına olanak verir.  Bu gözlemlenebilir, renkli ve hareketli ışımalar Aurora olarak adlandırılır.





Manyetik alanın pusula iğnesini kuzeye saptırmaktan çok daha öte yaptırımları vardır:

24 Ekim 2013 Perşembe

Kepler-7b


Kepler-7b’nin atmosferinin en üst kısmında bulutlara sahip olduğu ortaya çıktı. Üstelik en az 1000 ışık yılı mesafeye rağmen bilim adamları bunları harita haline getirmeyi başardı.



Bu, bilim adamlarının güneş sistemi dışında bulutları olduğunu ortaya çıkardıkları ilk gezegen. Eğer bulutları görebiliyorsak, bu gezegenlerin iklimlerinin nasıl olduğunu da tahmin edebiliriz, bu da bu gelişmenin diğer gezegenlerdeki iklimleri algılamada bir kilometre taşı olduğu anlamına geliyor.
NASA’nın Ames Araştırma merkezinden Kepler bilim adamı Thomas Barclay “Kepler-7b bulduğumuz tüm diğer devasa gezegenlerden daha fazla ışık yansıtıyor, biz de bunu üst tabaka atmosferdeki bulutlara bağlıyoruz,” diye belirtiyor. "Dünyadakinin aksine, bulut şekilleri zamana vurulduğunda pek fazla değişim göstermiyor. Bu da oldukça durağan bir iklime sahip olduğunu akla getiriyor.”
Bilim adamları bu durumu nasıl keşfetti:
* Kepler uzay teleskopuyla yapılan öncül incelemelerle – bu yılın başında ikinci bir reaksiyon tekerleği arızalanana kadar gezegenleri avlamak için kullanılan – “ay benzeri aşamaların”  Kepler-7b içinde var olduğu bulundu. Bunlar batı yarım kürede parlayan bir nokta gösterdi.
* NASA’nın Spitzer Uzay teleskopu Kepler-7b’nin sıcaklığını kızılötesi ışığıyla ölçmüştü, sonucunda 815 ve 982 C derece sıcaklığı olduğu elde edilmişti.
* Bazı şeylerin yanlış gittiği açıktı; çünkü gezegen yıldızına çok yakın bir noktada; Dünya-Güneş mesafesinin 0.06’sı kadar. Daha sonra fark edildi ki gezegenin batı yüzünde ışık bulutların tepesinden yansıyor.
Bir diğer ilginç bilgi ise – Kepler -7b’nin içine sığabileceği kadar bir suya konabilseydi batmayacak olması.


23 Ekim 2013 Çarşamba

Foucault sarkacı


1850'lerde Foucault Paris'teki Pantheon'un kubbesine 67 m uzunluğunda bir sarkaç astı. Sarkaç topu her salınımda yaklaşık 1 cm presesyon yaptı. Bu, Dünyanın gerçekten döndüğüne dair doğrudan ilk delildi.
Sarkaç her yöne salınacak şekilde asılmıştı. İleri geri salındıkça hareket düzlemi de düşey bir eksen etrafında yavaş yavaş salınıyordu. Orta enlemlerde yaklaşık 1,5 günde bir tam dönme gerçekleşiyordu. Bu presesyon Yerin dönmesi sebebiyleydi. Hareket düzlemi bir eylemsizlik sistemine göre sabitti, ancak altındaki Yerküre dönüyordu.




Foucault Sarkacı Dünyanın döndüğünü dramatik bir şekilde göstermekle birlikte derin bir sır da taşır. Bu sarkacı Kuzey Kutbu'na götürdüğümüzü düşünelim. Presesyon aşikar bir yanılgıdır. Altındaki Dünya dönerken hareket düzlemi sabit kalır. Neye göre? Sarkaç düzlemi sabit yıldızlara, mesela Kutup Yıldızı'na, göre sabit kalır. Bu nasıl olabilir? Sarkaç sabit yıldızlara göre durgun bir düzlemde dönmesi gerektiğini nereden "biliyor" da düzgün bir oranda dönen düzleme göre dönmüyor?
Bu soru Newton'un da başını ağrıtmıştı. O bunu başka bir deneyle gösterdi: Durmakta olan bir kovanın içindeki suyun yüzeyi düzdür. Kova sabit bir oranla ekseni etrafında döndürülürse, bir süre sonra su yüzeyi dönme parabolü şeklini alır. Kova birden durdurulsa bile suyun yüzeyi bir süre daha şeklini korur. Açıkça görülüyor ki sıvı yüzeyinin şeklini belirlemede kovaya göre hareket önemli değildir. Su döndükçe yüzeyin biçimi değişir. Newton buradan şu sonuca vardı: Su yüzeyini gözleyerek başka hiç bir harici nesneye bakmaksızın dönme hareketini tespit edebildiğimize göre, dönme hareketi mutlaktır.
Bir taraftan dönme hareketinin mutlak oluşunda gerçekte hiç bir paradoks yoktur. Galileo dönüşümleri lokal olarak sabit hızla hareket eden sistemleri ayırt edemeyeceğimizi söyler. Fakat bu, ivmeli sistemleri ayırt edemeyeceğimiz anlamına gelmez. Suyun dönme hareketi yaptığını hiç bir yere bakmadan anlamamız Galileo invaryansına ters düşmez.



Ancak diğer taraftan ortada bir muamma var. Hem Foucault Sarkacı hem de dönen kova hareketlerini sabit yıldızlara ayarlamaktadır. Sabit yıldızlar nasıl olur da bir eylemsizlik sistemi belirleyebilir? Sarkaç düzlemini sabit yıldızlara göre de dönmekten alıkoyan nedir? Ya da kovadaki su yüzeyi kova sabit yıldızlara göre durgunken niçin düz kalmaktadır?

19 Ekim 2013 Cumartesi

Suyun en güzel hali

Sizce donarken genleşmesine izin verilmeyen bir miktar su en fazla ne kadar tepki verebilir? Aşağıdaki videoda tamamen kapalı bir kap içerisinde dondurulmaya çalışılan su moleküllerinin buna nasıl tepki verdiğini görebilirsiniz. Görüntülerde giderek soğutulan suyun yarattığı basınca ne plastik ne de demir borunun dayanamadığını görüyorsunuz. Peki bir miktar suyu alarak 6 inç kalınlığında, paslanmaz çelikten yapılmış çok sağlam bir borunun içine koyarsanız ve üzerine sıvı nitrojen dökmeye başlarsanız ne olur?



Bu sorunun cevabını tam olarak anlayabilmek için birden fazla buz çeşidinin var olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bizim şimdiye kadar gördüğümüz ve bildiğimiz buz, atmosfer basıncında oluşur. Fakat yüksek basınçta farklı formlarda buz molekülleri de oluşabilir. 

Bu sayfada farklı fazlarda oluşan buz çeşitlerini (bir düzineden fazla) görebilirsiniz. Videoda gördüğünüz testte, paslanmaz çelik borunun içerisindeki su molekülleri soğutuldukça genleşmeye çalışıyor ve bu da iç basıncı giderek yükseltiyor. Faz diyagramında da görebileceğiniz gibi su molekülleri çok yüksek basınçta yeteri kadar soğutulduklarında Buz II, Buz VI ve Buz XI formlarında buz moleküllerine dönüşebiliyorlar.
Çok yüksek basınç değerlerinde ve çok düşük sıcaklıklarda oluşan bu buz formları donarken %9 oranında genleşmiyorlar.
 Burada göreceğiniz üzere normal buz 0.92gr/cm3 lük bir yoğunluğa sahipken, Buz II formu 1.16gr/cm3 lük bir yoğunluğa sahip. Başka bir deyişle Buz II donma sırasında yoğunluğu arttığından büzülerek küçülüyor. Çünkü içindeki su molekülleri farklı bir düzende tekrar bir araya geliyor.


15 Ekim 2013 Salı

Evrenimizin rotası nedir? Nasıl evrilmiştir?


Mihoko Nojiri, KEK, Japonya


Einstein'ın kuramı, bize evrenin genişlemesi gerektiğini söyler. 


Her şeyin tek bir noktadan büyük bir patlama ile başladığına inanıyoruz ve gerçekten de, gökadalar arasındaki uzaklığın artmakta olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Erken evrendeki enerji, madde ve etkileşimler, evrenimizin bugünkü genişlemesini nasıl etkiledi? Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'ndaki deneyler ve çevremizdeki parçacıkların gözlemleri, evrenin evriminin gizemini çözmek için bize yardımcı olacaktır.


10 Ekim 2013 Perşembe

NE BİLİYORUZ?


PARÇACIK FİZİĞİ UZAYIN ENGİNLİKLERİNDEN EN KÜÇÜK PARÇACIĞA KADAR KEŞFEDİLMEMİŞ EVRENİ İNCELER.
A.B.D. Enerji Bakanlığı’na bağlı Fermilab’daki Wilson Binası.Reidar Hahn, Fermilab

Bu kadarını biliyoruz.


Evrenin geniş olduğunu ve uzay-zamanın sonsuz sınırları tarafından çevrelendiğini. Madde parçacıklarının bu uzay-zamanı doldurduğunu ve kuvvetlerin herşeyi biçimlendirdiğini. Bu kadarını biliyoruz.
Parçacık fiziği bilimi uzay, zaman, madde ve kuvvetler arasındaki ilişkiyi inceler. Tutkusu, dünyamızı ve içinde yaşadığımız evreni, en temel haliyle aydınlatmaktan başka birşey değildir. Parçacık fiziği (en küçüğün bilimi) ve evrenbilim (en büyüğün bilimi) bir araya gelerek, gözlemler ve deneyler yoluyla, henüz keşfedilmemiş evreni, uzayın enginliklerinden en küçük parçacığa kadar gezer.
Uzaya baktığımızda, en büyük ölçeklerde, maddenin gökadalar gibi yapılarda düzenlendiğini görürüz. Etrafımızdaki dünyayı incelediğimizde, daha küçük ölçeklerde, maddenin düzenlenmesinde yıldızları, gezegenleri, insanları ve atomları buluruz. Ve parçacık fiziğinin aletlerini kullanarak iç uzayın derinliklerine baktığımızda, atom çekirdeklerini ve herşeyin yapıtaşı olan temel parçacıkları ve kuvvetleri keşfederiz. 
Parçacık fizig
̆i deneyleri, kırlardaki çiçeklerden gökyüzündeki yıldızlara kadar çevremizde gördüğümüz madde çeşitliliğinin, en temel düzeyde sadece bir avuç temel parçacıktan ve bunlar arasında etki eden dört kuvvetten oluştuğunu göstermiştir. Bu basit ve zarif bir tariftir. Büyük ölçekler, maddeyi dönen güzel gökadalar içinde tutan yerçekimi kuvvetinin beyliğidir. Yıldızlar, gezegenler, insanlar ve atomlar, elektronları atom çekirdeği etrafında yörüngede tutan ve gördüğümüz her şeyin yapısını veren elektromanyetizmanın havasına ayak uydurur. En küçük ölçeklerde, güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler idareyi devralır. Güçlü kuvvet atom çekirdeklerini bir arada tutarken, zayıf kuvvet hepimize ışık ve enerji getiren yıldız fırınlarını çalışrır.
Yüzyıllardır süren bu keşif yolculuğu, bize Dünya'nın yuvarlak olduğunu, bir elmanın ağaçtan düşmesiyle, Dünya'nın Güneş'in etrafında dönmesinin nedeninin aynı olduğunu, elektrik ve manyetizma gibi doğal olayları herkesin yararı için kullanabileceğimizi göstermiştir. Parçacık fiziği ve evrenbilim, yolculuğumuzun bir sonraki aşamasında, ileriye doğru yolumuzu ışıldatıyorlar.
Bu alanlardaki gelişmeler, evrenin saydam hale geldiği noktaya kadar bize zamanda geri yolculuk yapma imkanı verdi. Biz ilk gökadaların doğumuna ve ilk yıldızların ateşlenmesine tanık olduk. Temel parçacıkları inceleyerek, parçacıkların ve kuvvetlerin ayrıntılı bir açıklamasını bir araya getirdik. Yol boyunca, tıp ve bilişim teknolojileri gibi farklı alanlarda da yeni teknolojiler besleyip büyüttük.
Bu kadarını biliyoruz. Ama araştırmalarımız bize bir şey daha söylüyor: Öğrenecek daha çok şeyimiz var.


8 Ekim 2013 Salı

Karanlık enerjinin gizemini nasıl çözebiliriz?


Wilfried Buchmüller, DESY, Almanya




Evrenin ufkunun yakınından yayılan ışığın gözlemlenmesi, her şeyin giderek artan bir hızla birbirinden uzaklaşmakta olduğunu ortaya koymaktadır.


 Büyük Patlama evrenbilimi bu durumu, tüm evreni dolduran "karanlık enerji" isimli inanılmaz bir olguya bağlıyor! Büyük Patlama modeli çok mu basit? Einstein'ın denklemlerini değiştirmek mi lazım? Bilinmeyen temel bir etkileşim mi var? Cevaplar ortaya çıktıkça, önümüzdeki on yıl içinde fizikçilerin karanlık enerjinin gizemini çözmesini bekliyorum.




5 Ekim 2013 Cumartesi

Fizik nedir?

Fizik nedir?
Fizik en temel bilimdir.

Oldu olacak; bir de bilim’i tanımlayın bakalım….
Bilim, etrafımızdaki dünyayı anlamak için gösterilen,
mantık çerçevesinde organize çabadır. Hatta “fizik”
kelimesi, Lâtince “doğa”=”physis” kökünden gelir.

Organize derken?….
Yani her biri bir doğa olayı ile ilgili açıklamalar kümesi
değildir; bir açıklama farklı olayları açıklayabilmeli ve en
onemlisi; bu açıklamalar kendi içinde tutarlı olmalıdır. Örneğin,
ayın doğuş ve batışını dünyanın dönmesi ile açıklıyorsanız,
güneşin doğuş ve batışını Apollo’nun çektiği araba ile açıklayamazsınız.

Peki, “en temel” demekle neyi kastediyorsunuz? Diğer bilimlerin bir eksiği
mi var?
Diğer bilimlerin (kimya, biyoloji…) ya da uygulama alanlarının (mühendislik,
tıp…) kanunları, fizik kanunlarına dayanır; ilke olarak fizik kanunlarından
türetilebilir. Örneğin, biyoloji canlıları inceler; canlı dokuları
da proteinlerden yapılmıştır. Proteinler, hormonlar, enzimler büyük
moleküllerdir, yani artık kimya önemli olmaya başlar. Moleküllerin
yapı taşları da atomlardır; onları da fizik inceler. Maddenin en küçük
yapıtaşları fiziğin konusu olduğundan, bu yapıtaşlarının özelliklerini
biliyorsanız, maddeden oluşmuş herşeyin her davranışını ilke olarak
hesaplayabilirsiniz.

Fizik öğrenelim, başka birşey öğrenmeye lüzum yok o zaman…
Öyle değil. Bir başka analoji yapalım: Doğa dev bir satranç
oyununa benzer… Bir satranç oyununu bir süre seyrederek, satranç

3 Ekim 2013 Perşembe

Sıradışı damlalar

Aşağıdaki gördüğünüz video sıradan bir sıvı damlasının fizik kurallarına verdiği tuhaf tepkileri gösteriyor. Bu tepkileri gözlemleyebilmek için damlanın kendiyle aynı cinsten bir sıvının yüzeyine çok yavaşça bırakılması gerekiyor. Bu fenomene akışkan dinamiğinde de yer veriliyor ve kademeli kaynaşma (coalescence cascade) olarak biliniyor. Böyle bir görüntüyü tüm ayrıntılarıyla izleyebilmek için ise oldukça yüksek hızda görüntü kaydedebilen bir kameraya ihtiyaç duyuluyor.  




Daha fazla ayrıntı isteyenler için bu fenomen şöyle açıklanmış;
"Bir sıvı damlası kendiyle aynı cinsten bir sıvı birikintisine düşük hızda çarptığı zaman damlanın altında ince bir hava katmanı sıkışır. Bu ince hava katmanı bazen damlanın birikintiye anında karışmasını önler ve damlayı yavaşlatır. Hava katmanı çekildiği anda ise birikintinin yüzey gerilimi damla kütlesinin bir kısmını içine çekerken geri kalan kısmını dışarı atar. Damlanın dışarı atılan kısmı aynı hareketleri tekrarlamaya devam eder ve giderek küçülür. En sonunda  sıvı birikintisinin yüzey gerilimi düşen damlanın tamamını içine alabilecek duruma gelir ve hareket son bulur."
Nasıl, ilgi çekici değil mi? Yukarıda izlediğiniz videoda bu olay dört defa tekrarlanıyor. Fakat MIT'den Prof. John Bush bu olayın tam yedi defa tekrarlandığı denemeler gerçekleştirdiğini belirtiyor.


1 Ekim 2013 Salı

Görünmez süreçler, gözlemleyebildiğimiz dünya üzerinde iz bırakır mı?

Doug Bryman, British Columbia Üniversitesi /TRIUMF Laboratuvarı, Kanada


Yeni parçacıkları doğrudan görmenin yanı sıra, fizikçiler deneylerde görünmeden gizlenen sıra dışı olayların izlerini de ararlar. 


Bu nadir ancak önemli süreçler, görünüşte sıradan veri ve gözlemlerde varlıklarının izlerini bırakabilirler.
Örneğin, fizikçiler radyoaktif çekirdek bozunması gözlemlerinden yola çıkarak, deneycilerin doğrudan gözlemlemesinden 80 yıl önce, W parçacığının var olduğu sonucuna ulaştılar. Bugünkü deneylerde ortaya çıkan şekillerin hangisi bir sonraki atılımın habercisi olacak?


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...