25 Aralık 2014 Perşembe

2015 YGS Fizik Konu Dağılımları
2015 YGS sürecinin başlamasıyla beraber adayların en çok ihtiyaç duydukları noktaların başında ygs konuları geliyor. Bu yazımızda YGS Fen Bilimleri Konuları arasında yer alan 2015 YGS Fizik Konularına yer veriyoruz. YGS Fizik testinde hangi konulardan ağırlıklı olarak soru çıkıyor? sorusunun cevabını vereceğimiz yazımıza öncelikle YGS Fizik testinin genel bilgilendirmesiyle başlayalım. YGS Fizik testi genel olarak ne tür sorulardan oluşur? Testin adaylardan istedikleri nelerdir? gibi sorulara cevap bulduktan sonra asıl konumuz olan 2015 YGS Fizik Konuları‘na geçeceğiz.

YGS Fizik Testi’nin Genel Özellikleri Nelerdir?
Bilindiği üzere Fizik testi YGS Fen Bilimleri testi içerisinde yer alan ve 14 sorudan oluşan bir testtir. Fizik testi diğer testlerden biraz daha farklı olarak ilköğretim müfredatı da odaklıdır. Test sayısal bölümü öğrencilerin kolaylıkla çözebileceği sorulardan oluşmaktadır. Fakat eşit ağırlık, sözel ve meslek lisesi gibi Fizik soruları çözme durumuyla karşı karşıya kalan diğer bölümlerin öğrencilerinin sorular karşısında zorlandığını söyleyebiliriz.
Fizik bölümünden Ygs Fen Bilimleri testinde 14 soru çıkıyor.

2014 FİZİK SORULARI DEĞERLENDİRMESİ:
Fizik Bölüm Başkanı Ergun Bulşu: “Sınava giren öğrencilerimizden gelen bilgilere göre 2014 YGS’de, Fizik soruları beklenen konulara uygun olarak sorulmuştur. Matematiksel işlemlere fazla girilmeden, kavramlar ön plana çıkarılarak, yargı içeren sorulara ağırlık verilmiştir.” ifadelerini kullandı.

2015 YGS Fizik testine hazırlanan adaylar için tavsiyemiz;
Fizik testi soruları genellikle belli kalıplarda adayların karşısına gelir. Yani adayların karşısına sürpriz sayılabilecek sorular gelmez. Bu sebeple adaylar düzenli bir şekilde YGS Fizik sorusu çözerler ve karşılarına gelebilecek hemen hemen tüm kalıplara kendilerini hazırlarlarsa 2015 YGS Fizik Konuları‘nda zorluk çekmeyeceklerdir.
Verdiğimiz tüm bu bilgilerden sonra 2014 YGS Fizik Konuları‘na geçebiliriz. Aşağıda tablo olarak konuları inceleyebilirsiniz. Konular 2014 YGS’ye göre oluşturulmuş olup 2015 YGS’de çıkması en muhtemel konulardır. Soru sayıları 2014 YGS’ye aittir. Fikir vermesi amacıyla konulmuştur.

2015 YGS Fizik Konu ve Soru Dağılımları
1 Fiziğin Doğası 1
2 Basınç 1
3 Isı ve Sıcaklık 2
4 Doğrusal Hareket 1
5 Dinamik 1
6 İş ve Enerji 1
7 Elektrik 3
8 Mıknatıslık 1
9 Optik 1
10 Ses 1
11 Sıvıların kaldırma ilkesi 1
Toplam 14

16 Kasım 2014 Pazar

Evren ve Entropi

Evren ve Entropi

Düzensizlik (entropi) ile ilgili günlük hayattan örnekler verebilir misiniz? Bir kaynakta, bir insanın doğumuyla birlikte evrenin geçici olarak düzensizliğinin azaldığını, ancak insanın ölmesiyle birlikte düzensizliğin tekrar arttığını okumuştum. Bunun sebebi nedir? Bir de yine bir kaynaktan öğrendiğime göre, evrendeki faydalı iş yapabilecek enerji sürekli azalıyor, düzensizlik artıyormuş. Bu durum, evrenin daha kararlı duruma geçmesi demek değil midir? Evren bir yandan daha kararlı bir duruma gelirken bir yandan da daha düzensiz olabilir mi?


Düzensizlik (entropi) ile ilgili günlük hayattan örnekler verebilir misiniz?

Örneğin bir salonun köşesinde bir kibrit çaktığımızda, kibritin ucundaki maddede depolanmış olan kimyasal enerji açığa çıkar ve bu arada yüksek hızla salınan gazın molekülleri, yakındaki hava molekülleriyle çarpışarak, onların kinetik enerjisinin artmasına yol açar. Bu hava molekülleri de, dışarıya doğru giderek genişleyen küresel kabuklar içindeki moleküllerle çarpışarak, onlara da kinetik enerji aktarırlar. Bir süre sonra; başlangıçta kibritin ucundaki maddede ‘derli toplu ve düzenli’ bir halde bulunan enerji, tüm salona dağılmış, salondaki moleküller arasında, neredeyse eşit olarak paylaşılmıştır. ‘Düzensizlik’ veya düzensizliğin bir ölçüsü olan ‘entropi’ artmıştır. Benzer şekilde, başlangıçta kibritin ucunda ‘derli, toplu ve düzenli’ görünen minicik katı parçacıklar kümesi, yani duman da, moleküllerle çarpışmalar sonucu, yani difffüzyon yoluyla tüm salona dağılır. Bu tür süreçlerin, ‘tersi kendiliğinden yer alamaz’ anlamında ‘tersinmez’ olduğu söylenir. Çünkü böyle bir kibrit yakma sürecini her birimiz defalarca izlemiş; fakat kibritin yakılması sonucunda salona dağılmış olan enerjinin, kendiliğinden tekrar sönmüş kibritin ucunda toplanarak kibriti yeniden ateşlediğini hiç birimiz asla görmemişizdir. Bu ikinci olay, fizik yasaları çerçevesinde mümkün olmakla beraber, kapalı sistemlerde kendiliğinden yer alan süreçlerde entropinin azalmamasını öngören ‘termodinamiğin ikinci yasası’ (ΔS≥0) nedeniyle gerçekleşmesi olasılığı yok denecek kadar az olan bir olaydır.

Bir başka örnek, mutfaktaki tezgahın üzerinde bulunan bir yumurtanın yere düşüp kırılmasıdır. Başlangıçta karmaşık bir yapı içerisinde ‘derli toplu ve düzenli’ olan bir atom ve moleküller kümesi, sonuçta ‘paramparça ve darmadağınık’ bir hal alır. Düzensizlik artışıyla sonuçlanan bu olay da keza, ‘tersinmez’ bir süreç oluşturur. Çünkü kırık bir yumurtanın kendiliğinden derlenip toparlanarak eski haline geldiği görülmemiştir.

Bir kaynakta, bir insanın doğumuyla birlikte evrenin geçici olarak düzensizliğinin azaldığını, ancak insanın ölmesiyle birlikte düzensizliğin tekrar arttığını okumuştum. Bunun sebebi nedir? 

11 Ekim 2014 Cumartesi

Power Point Sunum Yapmanın Yolları



1. Hangi işin ne kalitede yapıldığı o işin nasıl sunulduğunun yanında önemsiz bir detaydır.
2. İzleyicilerin ,sizi dinleyenlerin koltuğuna oturun!Ne biliyor?Ne bekliyorlar?Onlara ne ilginç gelecek,onları ne odaklanmış tutacak?Bu soruların yanıtlarını listelemeden sunumu hazırlamaya başlamayın.
3. Bir hikaye anlatın:Hikayelerin giriş ,gelişme,sonuç bölümleri olur .Slaytların da olmalı.Sunum bittiğinde insanların aklında vermek istediğiniz o net mesaj yankılanmalı.
4. Kısa tutun:Sunum yapılırken insanlar aklından bir çok şey geçirebilir."Ah keşke biraz daha konuşsa ..."onlardan biri değil.
10/20/30 kuralı hayatınızı kurtaracaktır.Slayt sayısı 10'da ,sunum süresini  20 dakikada ,font büyüklüğünüyse minimum 30 puntoda tutun.Süre daha fazla olması gerekiyorsa bunu 2 veya 3 bölüme yayın.Her bölüm 20 şer dk. ve 10 slayttan oluşmalı.Seth Godin'in slayt başına en fazla altı kelime kuralı çok iddialı ama aklınızda bulunsun.
5. Yazılar okunsun:Eğer odanın en arkasındaki kişi slaytta yazılanları okuyamıyorsa seçtiğiniz fontu büyütmeniz gerek.Başlıklar için Arial,Verdana ,Helvetica,Myriad Pro;metinler için Times Roman ,Garamond,Goudy,Palatino gibi fontları tercih edin.


6. Efektlerden kaçının:Evet ,dönmedolap gibi gelen slytlar 2000'li yılların başında eğlenceliydi ama zaman ve algı değişiyor,yanar dönerli sunumlardan uzak durun.
7. Görsel seçimine özen gösterin:Eğer sunumda başarısız olmak gibi iddialı bir hedefiniz yoksa clip art imajlardan kaçınmalısınız.Elinizde kendi görsel malzemeniz olmadığı takdirde profesyonel stok fotolardan faydalanın.
8. Hazırlık yapın:Slaytlarınız ne kadar iyi olursa olsun konuşmaya yeterince hazırlanmazsanız insan olarak başladığınız bir sunumu maket olarak bitirebilirsiniz.Slaytsız otamda pratik yapın.
9. Göz kontağı kurun:İzleyiciyle bağı kaybettiğiniz an tüm sunum anlamını yitirecektir.Tüm slaytları kafanıza kazıyın.Akıcı şekilde ,çok hızlı gitmeden ,güvenli ve yüksek sesle konuşun.Ve artık pratik yapmıyorsunuz duvara değil,insanlara bakın.
10. Kancayı hemen atın: İzleyenleri ilk slaytta şaşırtın.Koltuklarında doğrulup sizi daha can kulağıyla dinlemeye başlayacaklar.İzleyicilerle sunum arasında duygusal bağ kuracak örneklere ağırlık verin.
Sunumla ilgili sizin coşkunuz karşı tarafa da geçecektir

27 Eylül 2014 Cumartesi

Antimadde

Antimadde, Standart Model'de yeralan tüm parçacıkların, kendileriyle BÜYÜK ÖLÇÜDE aynı kütle ve özellikleri taşıyan, ancak ters elektrik yüklü karşılıklarına deniyor. Örneğin: Proton (+)-antiproton (-); elektron(-) - pozitron(+); kuark-antikuark; nötrino-antinötrino vb. 
Bir  madde parçacığıyla antimadde karşılığı bir araya geldiklerinde birbirlerini hemen yok ediyorlar.

Ancak her parçacığın bir karşı parçacığı (antimaddesi) bulunmasına karşılık, evren yalnızca maddeden yapılı. Neden? Evreni ortaya çıkaran Büyük Patlama'dan hemen sonra son derece yoğun ve  sıcak evrende madde ve antimaddenin eşit miktarda bulunduğu düşünülüyor. 

Maddeyle antimadde Büyük Patlama'nın ilk saniyesinin çok küçük kesirleri içinde birbirini yok ediyorlar. Gene de ortada çok küçük oranda bir madde fazlalığı kalıyor ve tüm evren, işte bu son derece küçük madde fazlalığından yapılı. 


Fizikçiler, maddenin antimaddeye galip gelmesinin nedenini araştırıyorlar ve bunu aralarında Yük-Parite eşleniklik ihlali denen küçük bir asimetriye bağlıyorlar.
Yukarıda anlatılanların ışığında evrende serbest halde antimadde bulunmaması gerekiyor. Ancak antimadde parçacıkları, çekirdek tepkimelerinde ya da parçacıkların birbiriyle çarpışmasında ortaya çıkabiliyor ve madde karşıtlarıyla karşılaşıp yok olmadan önce saniyenin küçük kesirleri kadar bir zaman içinde var olabiliyorlar. 


Maddeyle antimaddeenin birbirleriyle karşılaşıp yok olması sürecinde çok büyük miktarda enerji açığa çıktığından, teknolojinin yeterli olgunluk kazanması ve ekonomik maliyetlere düşmesi halinde bu yokoluşun kontrollü olarak gerçekleştirilebilmesi ve bundan enerji üretimi ve uzay gemileri için itki kaynağı olarak yararlanılması, araştırmacıların düşlerini süslüyor.




Madde parçacıklarını, çarpışarak başka parçacıklar (bu arada antimadde parçacıkları) üretebilecek hızlara (ışık hıızına çok yakın) ve enerjiye ulaştırabilmek için çok geliişmiş teknolojide, pahalı süperiletken mıknatıslarla çevrili dev yeraltı tünelleri ve ortaya çıkan parçacıkları tanıyıp yollarını ve davranışlarını izlemek için de apartman boyutunda, teknoloji harikası dedektörler gerekiyor. Dolayısıyla, sizin de tahmin ettiğiniz gibi antimadde üretmek (ve bunları çarpışmadan alıkoyup serbest halde tutmak) son derece pahalı. Bu parçacık hızlandırıcıları milyarlarca dolara mal oluyor.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Öğrenciler Başarıdan Ne Anlıyor?

Yüksek puanlı 9 Anadolu lisesinden 720 öğrenciyle yapılan araştırmaya göre, gençler Türkiye’deki eğitim ve sınav sisteminin başarı getireceğine inanmıyor. Sistemin kendi tercihlerini yansıttığını düşünmüyor. Meslek seçimi gelecek planlarında etkili oluyor. Annenin eğitim seviyesi liselilerin başarı algısı ve gelecek beklentisinde etkili oluyorken, babanın eğitim seviyesi etkili olmuyor. Öğrenciler daha çok mühendislik bilimlerini tercih ediyor.


TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Projeleri yarışmasına katılan GalatasarayLisesi öğrencileri Kemal Sedat Ceyhan ve Orhan Adıgüzel, öğretmenleri Necla Şükran Gerçeker danışmanlığında bir araştırma yaptı. TÜBİTAK yarışmalarında sosyoloji alanında yarışan ‘Ortaöğretim Öğrencilerinin Başarı Algısı ve Gelecek Beklentisi: İstanbul İlindeki Anadolu Liselerinde Yapılan Bir Uygulama’ başlıklı araştırma İstanbul’da birinci seçilirken, Türkiye genelinde derece alamadı. Liselilerin çalışmasından ilginç sonuçlar ortaya çıktı.

29 Haziran 2014 Pazar

LYS Birincileri Nasıl Hazırlandılar?

Farklı alanlarda LYS birincisi olan adaylar Hürriyet’e konuştu. Hedeflerini, okumak istedikleri bölümleri ve sınava hazırlık süreçlerini anlattılar. Hedeflerinde tıp, mühendislik ve hukuk olduğunu belirten birinciler üniversite tercihlerinin ise Boğaziçi, Koç, Bilkent, Galatasaray olacağını söylediler.

Üniversiteye girişte ikinci aşama olarak uygulanan Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS) sonuçları açıklandı. Uzun bir hazırlık döneminden geçen adaylar sınavdan 6 gün sonra sonuçları öğrendi. LYS’de farklı alanlarda birinci olanlar ise hazırlık süreçlerini ve okumak istedikleri üniversiteleri Hürriyet’e anlattı:

Hedefim Boğaziçi 

Safa Can MEDİN (MF-1/2/3/4 Birincisi): Ordu Fen Lisesi’ni birincilikle bitirdim. Diploma notum 98.52. Lise hayatım boyunca dershaneye gittim. Bende biraz fazla sorumluluk duygusu var. Bu nedenle çok sevdiğim şeylerden vazgeçebilirim. Sınava hazırlıkta son yıl özellikle internetten, arkadaşlarımla vakit geçirmekten, kültür sanat ve sportif etkinliklerden vazgeçtim. Son sene günde ortalama 400 soru çözdem. Okul dersleri için daha az zaman ayırdım. Hedefim Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühündesliği. Sınava hazırlık sürecinde tek düşündüğüm yer orasıydı.

Sonuç şaşırtmadı
Doğa Doğan (DİL-1/2/3 Almanca Birincisi): İstanbul Erkek Lisesi mezunuyum, 10’uncu sınıfta başladım dershaneye gitmeye.  İlk dershaneye gittiğim yıl biraz vakit geçirmek, temeli biraz kavramak için gittim. Asıl çalışmam 11 ve 12’nci sınıfta oldu. Bizim okul müfredatımız çok farklı olduğu için konular tamamen farklı oluyor. İstanbul Erkek, Galatasaray gibi liselerden mezun olanlar aslında farklı müfredatla eğitim aldıkları için çok fazla emek harcamak zorunda kalıyor. Almanca’dan birinci oldum ama bu sonuç çok şaşırtmadı. Çünkü okulda aldığım eğitim zaten çok iyiydi, bir Alman gibi Almanca öğreniyoruz. Beni asıl şaşırtan YGS olmuştu. YGS’de üçüncü oldum. Benim için YGS bir şans sınavı çünkü, o günkü psikolojinize bağlı oluyor. Okulda ABİTUR sınavları yapılıyor bizim, orada da tam puan almıştım. ÖSYS’de istediğim sonucu alamasaydım ‘B planı’ olarak Almanya’da okumayı düşünüyordum. Ama şimdi MF-4’te de 35’inci oldum. Bu nedenle Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği istiyorum. Boğaziçi Üniversitesi’ni gezip gördüm, hocaları da çok kaliteli. 

Dünya matematik şampiyonu, LYS Dil puanlarında birinci oldu
Okul puanı derecesini düşürdü
Özgür Can Eren (DİL-1/2/3 Fransızca Birincisi, MF-1 İkincisi ve MF-4 Üçüncüsü): Galatasaray Lisesi’ni bu yıl birincilikle bitirdim. Diploma notum 93.44. Normalde ÖSYS’de dil puanlarında birinci oldum ama okul notlarım eklendiğinde bunu biraz aşağı çekti, sıralamam ikiye düştü.  Eskiden her okulun notları kendi içinde değerlendiriliyordu ama artık puanlamayı değiştirdikleri için herhangi bir liseden biraz daha yüksek diploma notuyla mezun olan direk öne geçebiliyor. Bütün liseler aynı kabul ediliyor. Koç veya Boğaziçi Üniversitesi düşünüyorum. Bölüm olarak da tıp ya da mühendislik istiyorum. Ama tabii önce gidip üniversiteleri ve bölümleri gezip araştırma yapacağım. 11’inci sınıftan itibaren dershaneye gitmeye başladım, dört sene dershaneye gitmedim. İlk iki yıl dil öğrendim, 9’uncu sınıfta ‘Matematiğin Kangurusu’ adlı dünya matematik yarışmasında birinci oldum. Fransızca yapılan bir yarışmaydı. Üniversite sınavlarına hazırlanmaya başlayınca da düzenli çalıştım ama sabahtan akşama kadar abartılı bir çalışma yapmadım. Kendi eksiğim neyse ona bakıyordum. Konu eksiklerimi tamamlıyordum. Çok fazla soru çözmeye vaktim olmadı çünkü okul derslerimle de ilgilenmem gerekiyordu. 

22 Haziran 2014 Pazar

Sanal Gerçeklik

Bazı araştırmacılar bir bilgisayar simülasyonunda yaşadığımız olasılığının yüksek olduğunu söylüyor ve gerçeğin nasıl bulunacağını bildiklerini düşünüyorlar.
Yıllar boyunca, bazı bilimkurgu filmleri ve romanları dünyamızın aslında göründüğü gibi olmadığı, belki de Matriks’te (bu bağlam için belki de en çok bilinen sözcük bu) yaşıyor olduğumuz fikrini yaydı.


Geçtiğimiz yıllarda, filozof ve fizikçiler, 2003’te Philosophical Quarterly’de “Bir Bilgisayar Simülasyonunda mı Yaşıyorsunuz?” adlı makalesini yayımlayan filozof Nick Bostrom tarafından başlatılan bu düşüncenin üzerinde daha çok araştırma yapmaya başladılar. Temel olarak, Bostrom, programlama gücünün hızla büyümesinin bir gün bütün evrenimizde dijital bir simülasyon yaratabileceğimize işaret ettiğini tartışıyor. Ayrıca, imkan olduğunda, birden fazla simülasyonun yaratılamayacağını düşünmek için hiçbir neden bulunmuyor.

Dolayısıyla, biz ya onun tarihi benliğinin simülasyonunu yaratabilmenin eşiğinde sadece gerçek evrende yaşıyor ya da çok sayıdaki bilgisayar simülasyonunun birinin içerisindeyiz. Bu açıdan baktığımızda, varlıksal olasılıkların bizim aslen varoluşumuza karşı olduğu görülecektir.
Fakat bu hipotezi nasıl test ederiz? Dünyamız gerçek değilse, sınırlar nerede? Hiç kimsenin tırmanamadığı mecazi kayalıklar, hiçbir zaman aşamadığımız sınırlar nerede? Jim Carrey’in, Truman Show’un sonunda, simülasyonun ötesindeki dünyaya geçmek için adım attığı sınır nerede?

12 Haziran 2014 Perşembe

Mini Karadelik mi?


ABD’deki Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’nda Relativistik Ağır iyon çarpıştırıcısı (RHIC) deneylerini yürüten bilim insanları, altın iyonlarının çarpışmasında oluşan bir ateş topunun, bir karadelik gibi davrandığını bildirdiler. 



Ateş topunun çevredeki parçacıkları soğurduğu ve Güneş’in yüzey sıcaklığının (yaklaşık 5.500 derece) 300 milyon katı sıcaklığa eriştiği açıklandı. 



Ateş topu güçlü olmasına güçlü; ama (iyi ki) kısa ömürlü. Ömrü bir saniyenin trilyon kere trilyonda biri olarak ölçülmüş.




25 Mayıs 2014 Pazar

Johannes Kepler (1571-1630)



Alman gökbilimci, fizikçi ve matematikçi (27 Aralık 1571 – 15 Kasım 1630).
Johannes Kepler (Weil, bugünkü Weil der Stadt, Württernberg, 1571 – Regensburg 1630), modern gökbilimin yaratıcılarındandır. Orta halli bir ailedendi, Adelberg(1584) ve Tübingen (1589) seminerlerine parasız kabul edildi, burada Kopernik varsayımının en ateşli savunucularından biri olan Maestlin onu gökbilimle uğraşmaya yöneltti.
Graz’da matematik profesörüyken, 1600’e doğru yapılan dini kıyımlar sırasında buradan kovuldu. Bunun üzerine Prag’a sığındı ve Tycho Brahe’nin öğrencisi ve asistanı oldu; 1601’de onun yerini alarak İmparator Rudolf II ‘nin, daha sonra, İmparator Mathias’ın gökbilimcisi oldu. İmparator kendisini Linz’e matematik profesörü olarak atadı. Wallenstein dükünün isteği üzerine Ulm’a yerleşti. Parasız kaldığı için küçük almanaklar yapıp sattı.


Günmerkezli sistemin kararlı bir yandaşı olan Kepler, Tycho Brahe’nin ölümü üzerine, başta Mars gezegeni olmak üzere onun gözlemlerini kullanarak bu gezegenin devinimi üzerine kesin ve sistemli bir inceleme ve yörüngesinin elips biçiminde olduğunu keşfetti.
1609’da Astronomia Nova adlı yapıtında, adını ölümsüzleştiren yasalardan ilk ikisini açıkladı. 1619’da Harmonices mundi adlı yapıtında çok ince hesaplar yaptıktan sonra hazırladığı üçüncü yasasını verdi: böylece Newton’a evrensel çekim yasasını keşfetme yolunu açmış oldu. Bu yapıtından sonra Kepler, kendini gezegenlerin konumlarını olabildiğince kesin bir biçimde veren tablolar oluşturmaya adadı: Tabulae Rudolphinae (1627) adı verilen bu tabloları hazırlamak çok uzun hesaplar gerektirecekti, logaritmaların bulunması bunları kısalttı.


Kepler Yasaları
Gezegenlerin Güneş çevresindeki devinimlerinin, ilk kez Kepler tarafından bulunan deneysel yasaları. Bunlar 3 tanedir:
1. Her gezegen, odaklarından birinde Güneş'in bulunduğu doğru yönde bir elips çizer.
2. Gezegenin merkezini Güneş'in merkezine birleştiren vektör, ışını birleştirmek için geçen zamanla orantılıdır.
3. Gezegenlerin yıldız dolanım sürelerinin kareleri, yörüngelerinin küpleri ile orantılıdır.


21 Mayıs 2014 Çarşamba

EL NİNO NEDİR

1567 yıllarına kadar uzanan kayıtlı dönemde Güney Amerika'lı balıkçılar Doğu Pasifik okyanusunda Ekvator ve Peru kıyıları boyunca uzanan sıcak su dalgasının varlığına dikkat çekmişlerdi. Normalde soğuk ve güneyden kuzeye doğru akan suyun belirli yıllarda (her yedi yılda iki kez) akış yönü değişiyor ve ısınıyordu. Bu olay en basit şekliyle balıkların beslenmesini etkiliyor ve balıkçılık için kötü bir dönem oluşuyordu. Olay en şiddetli halini Christmas tatili döneminde aldığı için balıkçılar bu nedenini bilmedikleri tuhaf havaya İspanyolca Küçük İsa anlamına gelen "El Nino" dediler.
Bu yüzyılın başlarında, bilim adamları bu olayın bilinen diğer hava sınıflarından bağımsız olarak meydana geldiğine inanıyorlardı. 1904 yılında, Walker 1899 kıtlığından sonra musonların azalmasına sebep olan Hindistan'daki musonların düzensizliğinin nasıl tahmin edilebileceğini anlamaya çalıştı. Tüm dünyaya ait hava kayıtlarını sınflandırdığında Güney Amerika'daki bazı yağış sınıflarının ve okyanus sıcaklıklarındaki değişikliklerin birbirleriyle ilişkili olduğuna karar verdi ve Pasifiğin doğu ve batı kıyısındaki istasyonlardaki barometre kayıtları arasında bir ilişki buldu. Doğuda basınç yükseldiği zaman genellikle batıda düştüğünün farkına vardı. Bu olaya, doğu-batı yönlü yükselme ve düşmeleri belirlemek için Güneyli Salınımlar (Southern Oscillation) ismini verdi. Walker, uygun barometrik şartlar altında Asya muson mevsimlerinin, Avustralya, Endonezya, Hindistan, Afrika'nın bazı bölümlerindeki kuraklıklar ve Batı Kanada'daki ılıman kışlarla ilişkisi olduğunu anladı.
Hindistan'daki musonlar ile Kanada'daki alışılmadık ılıman kışlar arasında bir ilişki olduğunu iddia eden ilk kişi olarak bazı endişeleri vardı. Walker dünyanın farklı bölgelerindeki iklim şartlarının birbiriyle ilişkili olabileceği önerisini getirdi. Teorisinin doğruluğunu saptayamadığını itiraf etmiş fakat o zamana kadar rutin olarak ölçülmeyen yeryüzeyi üzerindeki rüzgar kalıplarının açıkca anlaşılabilir hale gelebilmesinin hava sınıfları arasındaki ilişkinin anlaşılabilmesine sebep olacağını tahmin etmişti.
1960 ların sonlarında Bjerknes sıcak deniz yüzeyi sıcaklıkları ve zayıf doğulu rüzgarlar ile alçak basınç koşullarındaki kuvvetli rüzgarlar arasındaki ilişkiyi gördü. Sonunda, Bjerknes'in keşfi, El Nino'nun sıcak suları ile Walkers'ın Güneyli Salınımlarının aynı olayın parçaları olduğu kabulüne götürdü ve bu olay ENSO (El Nino Southern Oscillation) olarak isimlendirildi.
EL NİNO NEDİR
El Nino'nun rüzgar sirkülasyonunun normal kalıplarındaki değişimlerden dolayı meydana geldiği düşünülmektedir. Normalde bu enlemlerde rüzgarlar batı kıyılarına doğru hareket ederken sıcak yüzey suyunu da Endonezya ve Avustralya'ya doğru taşırlar ve soğuk suyun Güney Amerika kıyılarından yüzeye çıkmasını sağlarlar. Normal koşullarda okyanus çukurunun iki ucu arasında sıcaklık farkının büyüklüğü rüzgarların şiddetinde artmaya neden olurken, bazı zamanlarda rüzgarların bilinmeyen bir nedenle zayıflaması batı Pasifik'teki sıcak suyun doğuya doğru hareket ederek Güney Amerika sahillerine ulaşması ve bu bölgedeki soğuk suyun yukarı çıkamaması sonucunu doğurmaktadır. Bu durum, dünyanın büyük bölümünde hava olaylarında görülen şaşırtıcı değişimlerle kendini gösteren El Nino dur.

El Nino hava olaylarında meydana getirdiği değişimler sonucu büyük ölçüde maddi zararlara (Peru kıyılarında bulunan soğuk ve besin bakımından zengin deniz suyunun sıcak ve besin bakımından fakir deniz suyu ile yer değiştirmesi sonucu balık yaşamında ve buna bağlı olarak ekonomide büyük kayıplar gözlenmektedir) ve can kaybına sebep olmaktadır. (Amerika'da 22 Şubatta meydana gelen kasıgada 36 kişi yaşamını yitirmiştir)

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Hangi meslekler 2100 yılında iş bulamayacak?

Meslek seçerken her şeyden önce teknolojik gelişmenin emek talebi üzerinde yaptığı değişikliği dikkate almak gerekiyor. Emek talebinin nasıl değiştiğini görmek için ekonomide yaşanan teknolojik yeniliklere ve bunların yaşamı nasıl dönüştürdüğüne bakmak lazım.


Bir kere dünyada zenginlik pek çok insanın inandığının aksine sermaye birikiminden değil teknolojik değişimden elde edildi. 1780'den günümüze İngiltere ve ABD'de zenginliğin yüzde 90'ı teknolojik değişimden kaynaklandı.
Mesela buhar makinesinin bulunması toplumu altüst etti. Ardından 1800'lerin başında buharlı lokomotifin devreye girmesiyle, Londra borsasındaki hisseler içinde en cazip olanlar lokomotif şirketlerinin hisseleri oldu ve ilk borsa balonu lokomotif şirketlerin kâğıtlarında oluştu. 

Hatta 100 yıl önce New York borsasına kote kâğıtların yarısını demiryolu şirketleri oluşturuyordu. Ayrıca 1850'deki borsa çöküşü lokomotif şirketlerinin kâğıtlarındaki balonun sürdürülemez olmasından kaynaklandı. Yine 1929 bunalımına da borsa çöküşü yol açtı. Bu çöküş, otomobil şirketlerinin hisselerindeki balondan kaynaklandı.
Gelelim 2008 dünya mali krizine... 2008 mali krizinin kablosuz iletişim ve enformasyon devriminden kaynakladığını düşünebiliriz. Öyle ki, hızlı iletişim, 24 saat işleyen borsalar, finansal risk kontrollerinin hızlı iletişimin gereği en aza indirilmesi, kolay borçlanma ve paranın hızlı iletişim sayesinde kontrolsüz biçimde küresel piyasalara dağılımı, 2008 mali krizinin temel nedenlerini oluşturdu. 
Bütün bu yaşananların ortaya çıkmasında asıl rolü iletişim teknolojisindeki değişm oynadı. Ve zenginlik, yine son dönemdeki teknolojik değişime bağlı olarak iletişim ve enformasyon şirketlerinden kaynaklandı.
Teknolojik yenilikler, dünyada zenginliğin en önemli belirleyicisi olduğuna göre önümüzdeki dönemde emek talebi teknolojiye göre değişecek. Teorik fizikçi 

Dr. Michio Kaku "Geleceğin Fiziği" kitabında, 2100 yılında gözlere takılan lensle internete bağlanıp günlük haberlerin kahve içerken okunacağını, sabah yüzünüzü yıkarken lavabo ve sensörlü aynaya yansıyan DNA ve proteinlerinizden sağlık durumuzun tespit edileceğini, akşam evinize döndüğünüzde robot doktor tarafından sağlık sorununuzun duvar ekranından size bildirileceğini, robotların avukat yerine temel hukuk konularında hukuk danışmanlığı yapacağını ileri sürüyor.
Borsa brokerliği, veznedarlık, kasiyerlik, muhasebecilik, emlakçılık, fabrika teknisyenliği, fabrika mühendisliği gibi yaratıcılığı olmayan mesleklere pek ihtiyaç duyulmayacağını, çünkü bu işleri de robotların ve bilgisayarların yapacağını öngörüyor.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Havuz Pisliğinden Enerji Üretimi



Aracınızın yakıt deposunu, bahçenizdeki havuza daldırdığınız bir hortumla doldurduğunuzu düşünün. Bilim adamlarının Güneş enerjisi kullanan mikroplar aracılığıyla suyu hidrojen ve oksijene ayrıştırarak çeyrek yüzyıldır gerçekleştirmeye çalıştıkları bir düş bu. Çünkü hidrojen, bilinen en temiz yakıt. Yanma ürünü, bildiğimiz su. Dolayısıyla havayı kirletmesi söz konusu değil. Üstelik yanma artığı su yeniden ayrıştırılarak yakıt yeniden üretilebiliyor. Araştırmacılar hidrojen üretebilen mikroplarla deneylerine 1973 petrol bunalımının ardından başladılar. 


Örneğin, elektroliz sürecinin biyolojik biçimiyle suyu hidrojen ve oksijene ayrıştıran su yosunuyla olumlu sonuçlar da alındı. Ama her seferinde ortaya aynı sorun çıkmaktaydı: Bu tek hücreli canlılar önemli ölçüde hidrojen üretme potansiyeline sahip oldukları halde, süreç sırasında fotosentez yoluyla oksijen de ortaya çıkıyordu. Oksijense, hidrojen üretici hidrojenaz enzimini bloke ettiğinden, ancak çok küçük ölçeklerde hidrojen elde edilebiliyordu. Amerikan Bilim İlerletme Derneği’nin (AAAS) Şubat ayında yapılan toplantısında açıklanan iki yeni yöntem, bu darboğazın aşılmak üzere olduğunu müjdeliyor. California Üniversitesi (Berkeley) araştırmacılarından Tasios Melis ve Yenilenebilir Enerji Ulusal Laboratuvarı NREL’deki çalışma arkadaşları, balıklı havuzlarda ve akvaryumlarda sıkça görülen Chlamydomonas reinhardtii adlı alg türüyle deneyler yürütmüş. Ekip, sülfat tuzlarından yoksun bırakıldığında suyosununun, fotosentez yoluyla oksijen üretmek için gerekli proteinleri koruyamadığını ve tümüyle hidrojen üretmek üzere biçim değiştirdiğini göstermiş. 

Deneylerde, bir litre suyosununda saatte ortalama 3 mililitre hidrojen elde edildiği gözlenmiş. Ekip, dört günlük üretimden sonra suyosunlarının normal fotosentez sürecine geri dönüp tükenmiş proteinlerini yeniden oluşturmalarına izin vermiş. İkinci yöntemde de üretim hattında aynı suyosunları bulunuyor. Ancak Oak Ridge Ulusal Laboratuvarı biyofizikçilerinden Elias Greenbaum, şişelenen suyosunlarının üzerinde önemli ölçüde azot gazı tutarak, ayrıştırma sürecinde ortaya çıkan oksijenin sudan hızla çıkmasını sağlamış ve böylece hidrojen üretiminin
engellenmesini önlemiş. Greenbaum, Melis grubunun üretim verimini 58 gün süreyle tutturmuş. Bunun bir dünya rekoru olduğunu vurgulayan araştırmacı, NREL’de geliştirilen oksijene dayanıklı mütant algler kullanarak rekoru daha da geliştirebileceğini öne sürüyor. Ancak tüm bu ilerlemelere karşın araştırmacılar, hidrojen üretiminin hâlâ kuramsal modellerde öngörülen düzeyin çok gerisinde olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca üretim on kat arttırılsa bile, tek bir otomobile yetecek hidrojen yakıtı için bahçenizde 45 metrekare alanlı sığ bir havuz gerekiyor. Üstelik havuzun da sürekli güneş ışığı alması gerekli. Gene de araştırmacılar, suyu ayrıştırmada biyolojik yöntemin, güneş pili ve rüzgâr enerjisi kullanma yöntemleri gibi bir seçenek olduğunu, ve yarışı hangisinin kazanacağının belli olmadığını söylüyorlar.


Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/bilgisayar/2000-04-8.pdf

22 Mart 2014 Cumartesi

Temel Fizik Sabiti 7 Milyar Yıldır Aynı


Atomlar ve tüm kimyasal tepkimelerce yayınlanan ışığın rengini etkileyen bir temel sabitin 7 milyar yıldan daha fazla bir süredir değişmediği açıklandı. ince yapı sabiti, elektrik ve manyetizmanın rol oynadığı neredeyse tüm denklemlerde karşımıza çıkan bir değer. Bu denklemlere, atomlarca elektromanyetik dalgaların (ışık) yayınlanmasını açıklayanlar da dahil.  

Son yıllarda bazı kuramcılar, evren yaşlandıkça bu sabitin de belli belirsiz bir değişim geçirdiğini, bunun da atom çekirdekleriyle, çevrelerinde dolanan elektronlar arasındaki çekimde bir değişiklikle kendini göstermesi gerektiğini öne sürmüşlerdi. Avustralyalı› bir grup gökbilimci de, uzak kuasarlardan (merkezlerinde dev kütleli aktif karadelikler olan gökadalar) gelen ışığın bize daha yakın gökadalardan geçerken uğradığı  soğurulma oranı üzerinde yaptıkları ölçümlere dayanarak, ince yapı sabitinin, evrenin başlangıcından bu yana 100.000’de bir oranında arttığını bildirmişlerdi.  Yunan alfabesindeki alfa harfiyle gösterilen ince yapı sabiti, aslında bazı kuramlara göre kozmik zaman ölçekleri içinde değişebilen başka doğa sabitlerinin bir oran›.


 Elektronun elektrik yükünün karesinin, ışık hızıyla Planck sabitinin çarpımına bölünmesiyle elde edilen ince yapı sabiti, son bir kurama göre ancak ışık hızının zaman içinde farklılık göstermesiyle değişebilir. Karanlık enerji ya da doğa kuvvetlerini birleştirmeyi amaçlayan bazı kuramlar, özellikle de tanıdığımız dört boyutun dışında yeni boyutların varlığını savunanları, ince yapı sabitinin zaman içinde değişeceğini öngörmekteydiler. California Üniversitesi (Berkeley), California Üniversitesi (Santa Cruz) ve Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarı’nca ortaklaşa yürütülen DEEP2 adlı bir çalışmanın sonuçlarıysa, ince yapı sabitinde herhangi bir değişiklik saptayamadı. 

Evrenin genişlemesi sonucu 7-8 milyar ışık yılı uzaklıktaki gökada ve gökada kümelerini gözlemleyen ekip, ›fl›k h›z›nda bir değişiklik olup olmadığını belirlemek için uzak gökadaların tayfındaki OIII (elektronlarından ikisini kaybetmiş oksijen) yayım çizgilerini incelemiş. Ekip üyelerinden Jeffrey Newman’ın Amerikan Fizik Derneği’nin toplantısında yaptığı açıklamaya göre 4-7 milyar ışık yılı mesafe içindeki 300 gökadadaki OIII çizgilerinde en ufak bir değişiklik yok. ince yapı sabitinin değeri de bugünkü yaklaşık 1/137 değeriyle aynı.


15 Mart 2014 Cumartesi

Yaşayan en zeki insan Michio Kaku

ABD’de yaşayan fizikçi ve fütürist Michio Kaku’yla yaptığımız röportajda, ona ilkin İstanbul’a dair izlenimlerini sordum. “Geldiğim için çok mutluyum” dedi, olanca Japon zarafetiyle. Ve devam etti: “Birincisi, buraya adım atar atmaz yüzümde adeta tarihin nefesini hissettim ve bu şehrin üç büyük imparatorluğun başkenti olduğunu hatırladım. İkincisi, burada ülkenizi geleceğe taşıyacak genç ve çok enerjik bir nüfusun yaşadığını fark ettim. Üçüncüsü, sanıyorum internetin ve teknolojik ilerlemelerin de etkisiyle 21’inci yüzyıla hazır olduğunuzu gördüm. Umuyorum ki siz önünüzdeki örnekleri iyi inceleyecek ve muhtemelen Batı’nın hatalarını tekrar etmeyeceksiniz.” Sonrasını pek hatırlamıyorum. Çılgın bir bilimkurgu filminin içine kaçmış gibiydim ama halimden de gayet memnundum. Sohbetimiz sırasında Kaku’nun olağanüstü enerjisine mi, dünyamızın geleceğine dair iyimser teorilerine mi, bugüne dek hep paranormalin sınırları içinde saydığım bazı olguların gayet fiziksel ve bilimsel olduğuna beni kolayca ikna edebilme becerisine mi; nesine şaşıracağımı, nesine hayran olacağımı bilemedim. Ve içimden sürekli olarak şu dileği tekrarladım: “N’olur haklı çıksın ve bu dediklerinin hepsi bir an önce gerçekleşsin!”


Size “Yaşayan en zeki insan” diyorlar. Bu tür nitelemelerden hoşlanmadığınızı biliyorum ama yine de şunu sormak istiyorum: Diğer insanlardan daha zeki olmak insana belli bazı sorumluluklar yüklüyor, öyle değil mi?Sonuçta birçok gencin rol modelisiniz.
Keşke bilim adamları ve mühendisler hep genç insanların rol modeli olabilse... Bilim ilerlemenin, zenginleşmenin tek aracı aslında ve sırf bu yüzden bile gençleri bu yola teşvik etmek zorundayız. Ayrıca haklısınız, bilim adamlarının üzerlerinde çok büyük sorumluluklar var, hepimiz icatlarımızın barışçıl amaçlarla kullanılmasını sağlamalı ve gençleri bilime yönlendirmeliyiz. Usanmadan, yorulmadan davet edildiğim her televizyon programına katılmamın sebebi bu.
Bilimin barışçıl amaçlarla kullanılmasından bahsettiniz...
Umarım ileri teknolojimiz daha barışçıl bir dünya inşa etmemizi de sağlar. İnterneti bu açıdan çok önemsiyorum; iktidar sahibi olmayanların güçlenmesini, dünyanın günün birinde gerçek anlamda demokrasiyle yönetilmesini sağlayacak bir güç çünkü. O zaman artık savaş falan da olmayacak. Demokrasinin demokrasiyle savaşmasına gerek olmaz ki. Geçmişin bütün savaşları krallar, kraliçeler, imparatorlar, diktatörler arasında gerçekleşti. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi, bana birbiriyle savaşan iki demokratik toplum gösterebilir misiniz?
‘FİZİKÇİYSEM, SEBEP EINSTEIN’DIR’
Gösteremem sanırım. Az önceki soruma bir ek olarak; küçükken rol modelleriniz kimlerdi?

13 Mart 2014 Perşembe

Yüzyıllardır Doğrulanan Fizik Yasasının İhlali

Bir metalin ısı iletkenliğini elektrik iletkenliğine oranladığımızda, sonuç Lorenz sayısı denen bir sabit sayı ile metalin sıcaklığının çarpımına eşit çıkıyor. Bu deneysel gözlem 1800’lü yıllardan beri değişik metaller kullanılarak tekrarlanmış ve hep aynı sonuç bulunmuş. 

Wiedemann-Franz yasası olarak bilinen yasanın temeli 20. Yüzyılda elektronun keşfine ve kuantum fiziğinin gelişimine kadar anlaşılamamış. Elektron 1,6 × 10-19 Coulomb’luk elektriksel yüke ve kuantum mekaniksel bir özellik olan spine sahip. Artık hem ısı hem de elektrik iletiminin elektronun metal içindeki hareketinden doğduğunu biliyoruz. Elektrik iletimi elektronun elektriksel yükünün hareketinden doğarken, ısı iletimi hem yükün hem de spinin hareketinden kaynaklanıyor.



Ancak 1950’lerde Joaquin Mazdak Luttinger ve Sin-Itiro Tomonaga bir boyutla sınırlanmış elektron hareketinin Wiedemann-Franz yasasını ihlal edeceğini
kuramsal olarak öngördüler. Kurama göre hareketi tek boyutla sınırlanan elektronun spini ve yükü birbirinden bağımsız hareket ediyor, sadece spin taşıyan (spinon) ve sadece elektrik yükü taşıyan (holon) iki bileşene ayrılıyor. Spinon tek boyutlu atom zinciri boyunca rahatça ilerlerken, atomlardan kolayca yansıması nedeniyle holonun hareketi engelleniyor. Bu da elektrik iletiminin yavaşlaması, ısı iletiminin ise hızlanmasıyla sonuçlandığı için Wiedemann-Franz yasası ihlal edilmişoluyor. Elektron hareketi substratlar üzerinde oluşturulan tek boyutlu atom zincirleri boyunca ya da iki boyutlu grafen yüzeyde sağlanmaya çalışılsa da atomlar arası etkileşimler sebebiyle hiçbir zaman tam olarak tek boyuta indirgenememiş.

 Bristol Üniversitesi’nden Nigel Hussey ve ekibi mor bronz (Li0.9Mo6O17 ) üzerindeki elektron hareketinin, sıcaklık arttıkça Wiedemann-Franz yasasından sapma gösterdiğini gözlemişler. 19 Temmuz 2011 tarihli Nature dergisinde yayımladıkları sonuca göre ısı iletkenliği elektrik iletkenliğinden 100.000 kat daha fazla hale gelmiş. Bu ise Li0.9Mo6O17 atom diziliminin bir şekilde elektronun tek boyutta hareketine olanak sağladığını gösteriyor. Ekibin şimdiki hedefi elektronun tek boyutta hareket kabiliyetini artırarak spin ve yük durumlarını incelemek. Bu tür çalışmalar ısı iletiminin mümkün en yüksek seviyeye çıkarıldığı malzemelerin geliştirilmesi açısından önem arz ediyor.


Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/fizik/s525_8.pdf 
                                                                                                           
                                                                                                                     SİNAN ÖZEN 10/A

12 Mart 2014 Çarşamba

20.YÜZYILIN İCATLARI


1900: Kont Von Zepplin ‘ZEPPLİN’i icat etti
1901: King Camp Gillette ‘Jilet’i icat etti.Patentini aldı.1903 te 168 adet bir sene sonra ise 12.500.000 adet sattı.
1902: Elektrik Süpürgesi icat edildi.
1904: İlk kol saati icat edildi. 
1905: E=m.c²
1906: Amerikalı Coolidge Tungsten ‘AMPUL’u buldu.
1908: Henry Fort 15 beygirlik 4 silindirli ilk motorlu arabayı geliştirdi.
1913: Alman Hans Geiger ‘RADYASYON ÖLÇÜM’ aletini icat etti.



1914: Elektrikli Bulaşık Makinesi kullanılmaya başlandı.
1915: Astronom P.Lowell ‘PLÜTON’ gezegenini keşfetti.1930 da teleskopla görüldü.
1917: Renkli sinema filmi yapıldı. Radyo icat edildi.
1920: Torbo motor geliştirildi.
1921: İnsülin bulundu.
1923: İngilizler ilk uçak gemisini yaptılar.
1924: Fransız Ramon ‘DİFTERİ’ aşısını buldu.
1925: Amerikalı Armstrong FM yayını yapmayı başardı.
1926: Heisenberg, Atom çekirdeğinin yapısını ortaya çıkardı
1927: Londra ile New York arasında telefon hattı kuruldu.
1929: Siemens telefonun görünümünü değiştirdi.
1930: ABD’de dondurulmuş gıda piyasaya çıktı.
1931: Yapay zekanın ilk adımları atıldı.
1932: Elektronik mikroskop geliştirildi.
1934: Otomatik çamaşır malinası ABD’de yapıldı.
1935: Gallup, kamuoyu araştırma enstitüsü kurdu.
1936: ABD’li Kendall, kortizonu buldu.
1938: İlk naylon ürün ABD’de tanıtıldı:Diş fırçası.
1939: ABD’li PH.Levine, kandaki RH faktörünü saptadı
1940: Alman’lar Havadan denize fırlatılan füze yaptı. Plütonyum bulundu.
1941: Uçaktan fırlatılan koltuk yapıldı.
1942: Napalm icat edildi.
1943: Sovyet’ler molotof kokteyli yaptı.
1944: Sovyetler MR’yi keşfetti.ABD’li McLeaod ve McCarthy DNA’yı keşfetti.antibiyotik keşfetildi.
1947: Mikrodalga fırın yapıldı.Plastik lens yapıldı.İngiliz Holmes,kurşun izotoplarıyla dünyanın yaşını hesapladı.
1949: 45′lik plak ABD’de piyasaya çıktı.
1950: İlk kredi kartı çıkarıldı.İlk böbre nakli ABD’de yapıldı.
1951: Transistör yapıldı.ABD’de renkli tv yayını yapıldı.
1952: ABD’de halka ilkkez sinemada film gösterildi.Fransız’lar ilk kez uçakla ses duvarını aştı.
1954: İlk transistörlü radyo alıcısı yapıldı.Doğum kontrol hapı geliştirildi.
1955: Amerikalı Leskell, EKG’yi icat etti.
1956: Kromozon sayısı saptandı.
1957:Fransa’da ilk ilik nakli yapıldı. İlk Boeing uçağı deneme için havalandı.
1958: İlk renkli Video-Kamera geliştirildi.
1960: Laser yapıldı.
1963: Hollanda’lılar ilk müzük kasetini yaptılar.
1964: Esnek lens icat edildi.
1966: İngilizler ilk Hovercraft’ı denediler.
1967: İlk kalp nakli ameliyatı yapıldı.
1968: Boeing uçağı 1000 km/s hızla uçuşunu yaptı.
1969: Ses duvarını aşan Concorde ilk uçuşunu yaptı.
1970: Video-kaset ABD’de piyasaya çıktı.Japonlar küçük hesap makinesini yaptılar.
1971: Hepatit-B aşısı bulundu.
1972: Fiber Kablo ABD’lilerce yapıldı.
1973: Scanner yapıldı. ABD genetik çağını başlattı. ABD’liler ışık hızını tespit ettiler.
1974: Bellek kartı icat edildi.
1975: İnsanın ilk genetik haritası çıkarıldı. İngiliz’ler inekten ineğe cenin nakli yaptı.
1978: Sony firması Walkman’ı üretti. İlk tüp bebek İngiltere’de doğdu.
1979: Karbon-14 yöntemi geliştirildi. Philips ve Sony, CD geliştirdi.
1980: ABD’de ilk genetik tedavi denemesi gönüllüler üzerinde yapıldı.
1983: AIDS ortaya çıktı.
1984: RU486 adlı hamileliği önleyici hap geliştirildi. Bilgisayarlarda ‘MOUSE’ kullanımı yaygınlaştı.
1986: Döllenmiş yumurtaya çekirdek nakliyle koyun kopyalandı.
1989: Japonlar, damarda dolaşabilen küçür robot yaptı.
1992: İnsandaki 21. kromozomun haritası eksiksiz çıkarıldı.
1994: İnternet salgını dünyaya yayıldı.
1995: Saniyede 100 milyar işlem yapan bilgisayar geliştirildi.
1997: Koyun Dolly dünyaya geldi.


16 Şubat 2014 Pazar

IŞINLANMA (KUANTUM DOLANIKLIK & KUANTUM IŞINLAMA)


Işınlanma ile ilgili mitleri az çok bilirsiniz. Genellikle bu tarz mitler iki şekildedir. Birincisi ”uzaylıların ışınlanması ve galaksiler arası yolculuk” etmesi gibi fantastik senaryolardır. Diğeri ise biraz daha makul ve oldukça masum görünen ”Bilim insanları ışınlanmayı buldu!” gibi söylemlerdir. 

Kuantum Fiziği, Bilim Dünyasında köklü bir değişiklik yapmıştır. Birçok heyecan verici konu (örneğin ışınlanma) Klasik Fiziğe göre mümkün değildi ve Modern Fiziğe kıyasla oldukça sığdı. Kuantum Fiziği bu anlamda devrim niteliği taşımaktaydı. Prensip olarak bir yerden diğer bir yere ışınlanmanın en önemli avantajı zamandan tasarruftur. Yani bu durumda ışınlanma konusunda bizim için en önemli kısım hızdır. Söz konusu hız olunca Fizikte aklımıza ilk gelen ışık hızıdır.



Aslında evrendeki her şeyin (hatta evren bile) özü enerjidir. Madde dediğimiz şey aslında enerjinin yoğunlaşmış halidir. Daha önceki yazımızda da değindiğimiz gibi madde ile enerji arasındaki en temel fark kütledir. Bizler ve diğer nesneler madde olduğuna göre bizlerin alabileceği maksimum hız miktarı kütlemizin ölçüsü kadardır. Einstein’ın ünlü E=mc^2 formülünde enerji ve madde birbirine dönüşebilmektedir. Işınlanma adı altında yapılan projelerde ise bir nesneyi (maddeyi) enerji formuna çevirip bir yerden başka bir yere aktarıp tekrardan enerji formundan madde formuna dönüşüm yapmak istenmiştir. Aslında Işınlanma dediğimiz olay kabaca budur.

Her ne kadar ışınlanma kolay gibi görünse de aslında işler bu kadarla beraber kalmıyor. Çünkü madde formundan enerjiye ve tekrardan enerjinin maddeye dönüşmesini sağlamak için işin içerisine ”Kuantum Fiziği” girmektedir. Enerjiye verebileceğimiz en temel örneklerden biri ışıktır.

15 Şubat 2014 Cumartesi

Mars Hakkında


Mars hakkında cevap bulunması istenen yığınla soru işareti vardı. Ancak Viking–1 uzay aracının dünyaya gönderdiği görüntüler analiz edildiğinde, Cydonia adı verilen bölgede yer alan şekil, NASA yetkililerini hiç beklemedikleri bir durumun içine soktıu.
Eski NASA çalışanı Gregory Moleenar'a göre Mars'ın koşulları akıllı varlıkların yaşamasına uygun değil: “NASA’nın ‘yüze’ yönelik ilk açıklaması, bunun sadece güneş ışınlarının yaptığı bir yanılma olduğuydu. Kimse Mars’ın yüzeyinde devasa bir insan yüzü oyulmuş olacağına inanmamıştı. Böyle bir şeyi kim yapmış olabilirdi? Ayrıca Mars bildiğimiz kadarıyla akıllı canlıları barındırabilecek yaşam koşullarına sahip değildi. Bu yüzden NASA ilk başta bu olasılığı ele almadı. İnsan yüzünü içeren görüntüye 'Head' yani kafa ismi verildi.”

NASA arşivlerin girme yetkisi bulunan Moleenar ise araştırmalarına devam etti ve aynı bölgeyi başka uyduların görüntüleyip görüntülemediğini kontrol etmek için arşivlere baktı. Moleenar, “NASA ilk başta yok demişti ama biz arşivlerde bulduk. İkinci görüntülerde ilkinden çok daha belirgin bir şekilde insan yüzü görülüyordu. Hatta gözlerde göz bebekleri, ağızda ise dişler belli oluyordu. Bunu gördüğümüzde çok etkilendik.”
NASA yapt
ığı bir açıklamada, “insan yüzüne benzeyen şeklin yer aldığı fotoğrafın,  Viking-1’in başka bir açıdan aynı bölgenin tekrar çektiği bir görüntüsü olduğunu ve bu görüntüde aslında hiçbir şey olmadığını” savundu. NASA’nın sunduğu görüntüde, yüz yerine dağınık bir kum tepesi görülüyordu.

                                                                                                
                                                                http://www.ntvmsnbc.com/id/25369047/     
     Yüsra Döner


6 Şubat 2014 Perşembe

Dokunmatik Ekranlar Nasıl Çalışır?

Son zamanlarda sıkça kullandığımız dokunmatik ekranlar aslında 1940 lı yıllara dayanıyor. Evet, doğru okudunuz. O yıllarda özel bazı laboratuarlarda ilk örnekleri geliştirilen bu teknoloji ticari olarak 20. yüzyılın sonlarına doğru sunulmaya başlamıştır.
Bazı Dokunmatik Ekran Panellerini İncelersek;
Rezistif dokunmatik panel
Kapasitif dokunmatik panel
Kızılötesi dokunmatik panel
Bu panel çeşitlerimizin özellikleri nelerdir? Nerelerde kullanılır, bunlara değinecek olursak;

Rezistif Dokunmatik Panel

Bir iletkenin direnci boyuyla orantılı olarak değişir,en temel mantığı budur.
Normalde bu tabakalar arasında şeffaf ayıraç sayesinde hava vardır ve buda yüzeylerin temasını önler.
Dokunma işleminin algılanması için, öncelikle üst kaplamadaki iletken yüzey ve alttaki dirençli kaplamanın bir şekilde birbiriyle temas etmesi gerekir.
Dokunulan yüzeyle birlikte toplam 6 tabakadan oluşur. Çalışma mantığı ; ekrana dokunduğunuzda bu iki yüzey dokunulan noktada birleşerek akımda değişiklik yaratıyor. Böylece nereye dokunulduğu anlaşılmış oluyor.
Buradan alınan veri kontrolcüde işlenerek ekrana yansıtılıyor. Biraz daha açarsak,yüzeyin x-y koordinatları olduğunu varsayıp dokunulan yüzeyde 5v luk bir gerilim geçerken siz bu yüzeye hangi x uzaklığında dokunduysanız bunun y değerinde oluşan değişiklikle koordinatları belirlenir. Bu işlemler çok kısa bir sürede
gerçekleşir.
Bu panel tipi su toz gibi dış etkenlerden etkilenmez dayanıklıdır.
Ancak daha fazla kuvvet uygulamanız gerekir ve buda hassas çalışmayı zorlaştırır.


Dokunmatik Ekranlar Nasıl Çalışır?

Kapasitif Dokunmatik Panel

Çalışma prensibinde ekranın 4 tarafından da gerilim uygulanır ve ekran yüzeyinde elektrostatik alan oluşturulur.
Ekrana yük depolayabilen bir iletken temas ettirildiğinde bu elektrostatik alanda oluşan değişimi algılayan bir osilatör vardır. Osilatörlerden toplanan veriler işlem birimine gönderilir. Buradan koordinat verisi haline çevrilerek sisteme aktarılır.
Bu sistem başta yeni nesil cep telefonları olmak üzere pos sistemleri ve LCD ler gibi birçok cihazda kullanılmaktadır.
Rezistif ekranla göre daha hassastır buda daha fazla enerji harcamasına yol açar.
Parmakla temas sağlamanız gerekir ve rezistif ekranlara göre maliyetlidir.



Kızılötesi Dokunmatik Panel

Aslında bu sistemler arasından en basit görüneni kızılötesi dokunmatik paneldir. Çalışma prensibi kolaydır
Nasıl mı?
Kızılötesi ışık demetleri ekranın bir tarafından diğer tarafına gönderilir, ekranların kenarlarında bulunan kızıl ötesi LED'ler ve foto algılayıcılar sürekli ışık demetinin bütünlüğünü kontrol eder.Işık geliyorsa sisteme 1 gelmiyorsa 0 komutunu gönderir. Tüm eksenlerde aynı işlemler tekrarlanır, böylece iki eksende koordinatlar duyargalarla belirlenmiş olur.


Onat GÖKMEN 10/B 308
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...