25 Mayıs 2014 Pazar

Johannes Kepler (1571-1630)



Alman gökbilimci, fizikçi ve matematikçi (27 Aralık 1571 – 15 Kasım 1630).
Johannes Kepler (Weil, bugünkü Weil der Stadt, Württernberg, 1571 – Regensburg 1630), modern gökbilimin yaratıcılarındandır. Orta halli bir ailedendi, Adelberg(1584) ve Tübingen (1589) seminerlerine parasız kabul edildi, burada Kopernik varsayımının en ateşli savunucularından biri olan Maestlin onu gökbilimle uğraşmaya yöneltti.
Graz’da matematik profesörüyken, 1600’e doğru yapılan dini kıyımlar sırasında buradan kovuldu. Bunun üzerine Prag’a sığındı ve Tycho Brahe’nin öğrencisi ve asistanı oldu; 1601’de onun yerini alarak İmparator Rudolf II ‘nin, daha sonra, İmparator Mathias’ın gökbilimcisi oldu. İmparator kendisini Linz’e matematik profesörü olarak atadı. Wallenstein dükünün isteği üzerine Ulm’a yerleşti. Parasız kaldığı için küçük almanaklar yapıp sattı.


Günmerkezli sistemin kararlı bir yandaşı olan Kepler, Tycho Brahe’nin ölümü üzerine, başta Mars gezegeni olmak üzere onun gözlemlerini kullanarak bu gezegenin devinimi üzerine kesin ve sistemli bir inceleme ve yörüngesinin elips biçiminde olduğunu keşfetti.
1609’da Astronomia Nova adlı yapıtında, adını ölümsüzleştiren yasalardan ilk ikisini açıkladı. 1619’da Harmonices mundi adlı yapıtında çok ince hesaplar yaptıktan sonra hazırladığı üçüncü yasasını verdi: böylece Newton’a evrensel çekim yasasını keşfetme yolunu açmış oldu. Bu yapıtından sonra Kepler, kendini gezegenlerin konumlarını olabildiğince kesin bir biçimde veren tablolar oluşturmaya adadı: Tabulae Rudolphinae (1627) adı verilen bu tabloları hazırlamak çok uzun hesaplar gerektirecekti, logaritmaların bulunması bunları kısalttı.


Kepler Yasaları
Gezegenlerin Güneş çevresindeki devinimlerinin, ilk kez Kepler tarafından bulunan deneysel yasaları. Bunlar 3 tanedir:
1. Her gezegen, odaklarından birinde Güneş'in bulunduğu doğru yönde bir elips çizer.
2. Gezegenin merkezini Güneş'in merkezine birleştiren vektör, ışını birleştirmek için geçen zamanla orantılıdır.
3. Gezegenlerin yıldız dolanım sürelerinin kareleri, yörüngelerinin küpleri ile orantılıdır.


21 Mayıs 2014 Çarşamba

EL NİNO NEDİR

1567 yıllarına kadar uzanan kayıtlı dönemde Güney Amerika'lı balıkçılar Doğu Pasifik okyanusunda Ekvator ve Peru kıyıları boyunca uzanan sıcak su dalgasının varlığına dikkat çekmişlerdi. Normalde soğuk ve güneyden kuzeye doğru akan suyun belirli yıllarda (her yedi yılda iki kez) akış yönü değişiyor ve ısınıyordu. Bu olay en basit şekliyle balıkların beslenmesini etkiliyor ve balıkçılık için kötü bir dönem oluşuyordu. Olay en şiddetli halini Christmas tatili döneminde aldığı için balıkçılar bu nedenini bilmedikleri tuhaf havaya İspanyolca Küçük İsa anlamına gelen "El Nino" dediler.
Bu yüzyılın başlarında, bilim adamları bu olayın bilinen diğer hava sınıflarından bağımsız olarak meydana geldiğine inanıyorlardı. 1904 yılında, Walker 1899 kıtlığından sonra musonların azalmasına sebep olan Hindistan'daki musonların düzensizliğinin nasıl tahmin edilebileceğini anlamaya çalıştı. Tüm dünyaya ait hava kayıtlarını sınflandırdığında Güney Amerika'daki bazı yağış sınıflarının ve okyanus sıcaklıklarındaki değişikliklerin birbirleriyle ilişkili olduğuna karar verdi ve Pasifiğin doğu ve batı kıyısındaki istasyonlardaki barometre kayıtları arasında bir ilişki buldu. Doğuda basınç yükseldiği zaman genellikle batıda düştüğünün farkına vardı. Bu olaya, doğu-batı yönlü yükselme ve düşmeleri belirlemek için Güneyli Salınımlar (Southern Oscillation) ismini verdi. Walker, uygun barometrik şartlar altında Asya muson mevsimlerinin, Avustralya, Endonezya, Hindistan, Afrika'nın bazı bölümlerindeki kuraklıklar ve Batı Kanada'daki ılıman kışlarla ilişkisi olduğunu anladı.
Hindistan'daki musonlar ile Kanada'daki alışılmadık ılıman kışlar arasında bir ilişki olduğunu iddia eden ilk kişi olarak bazı endişeleri vardı. Walker dünyanın farklı bölgelerindeki iklim şartlarının birbiriyle ilişkili olabileceği önerisini getirdi. Teorisinin doğruluğunu saptayamadığını itiraf etmiş fakat o zamana kadar rutin olarak ölçülmeyen yeryüzeyi üzerindeki rüzgar kalıplarının açıkca anlaşılabilir hale gelebilmesinin hava sınıfları arasındaki ilişkinin anlaşılabilmesine sebep olacağını tahmin etmişti.
1960 ların sonlarında Bjerknes sıcak deniz yüzeyi sıcaklıkları ve zayıf doğulu rüzgarlar ile alçak basınç koşullarındaki kuvvetli rüzgarlar arasındaki ilişkiyi gördü. Sonunda, Bjerknes'in keşfi, El Nino'nun sıcak suları ile Walkers'ın Güneyli Salınımlarının aynı olayın parçaları olduğu kabulüne götürdü ve bu olay ENSO (El Nino Southern Oscillation) olarak isimlendirildi.
EL NİNO NEDİR
El Nino'nun rüzgar sirkülasyonunun normal kalıplarındaki değişimlerden dolayı meydana geldiği düşünülmektedir. Normalde bu enlemlerde rüzgarlar batı kıyılarına doğru hareket ederken sıcak yüzey suyunu da Endonezya ve Avustralya'ya doğru taşırlar ve soğuk suyun Güney Amerika kıyılarından yüzeye çıkmasını sağlarlar. Normal koşullarda okyanus çukurunun iki ucu arasında sıcaklık farkının büyüklüğü rüzgarların şiddetinde artmaya neden olurken, bazı zamanlarda rüzgarların bilinmeyen bir nedenle zayıflaması batı Pasifik'teki sıcak suyun doğuya doğru hareket ederek Güney Amerika sahillerine ulaşması ve bu bölgedeki soğuk suyun yukarı çıkamaması sonucunu doğurmaktadır. Bu durum, dünyanın büyük bölümünde hava olaylarında görülen şaşırtıcı değişimlerle kendini gösteren El Nino dur.

El Nino hava olaylarında meydana getirdiği değişimler sonucu büyük ölçüde maddi zararlara (Peru kıyılarında bulunan soğuk ve besin bakımından zengin deniz suyunun sıcak ve besin bakımından fakir deniz suyu ile yer değiştirmesi sonucu balık yaşamında ve buna bağlı olarak ekonomide büyük kayıplar gözlenmektedir) ve can kaybına sebep olmaktadır. (Amerika'da 22 Şubatta meydana gelen kasıgada 36 kişi yaşamını yitirmiştir)

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Hangi meslekler 2100 yılında iş bulamayacak?

Meslek seçerken her şeyden önce teknolojik gelişmenin emek talebi üzerinde yaptığı değişikliği dikkate almak gerekiyor. Emek talebinin nasıl değiştiğini görmek için ekonomide yaşanan teknolojik yeniliklere ve bunların yaşamı nasıl dönüştürdüğüne bakmak lazım.


Bir kere dünyada zenginlik pek çok insanın inandığının aksine sermaye birikiminden değil teknolojik değişimden elde edildi. 1780'den günümüze İngiltere ve ABD'de zenginliğin yüzde 90'ı teknolojik değişimden kaynaklandı.
Mesela buhar makinesinin bulunması toplumu altüst etti. Ardından 1800'lerin başında buharlı lokomotifin devreye girmesiyle, Londra borsasındaki hisseler içinde en cazip olanlar lokomotif şirketlerinin hisseleri oldu ve ilk borsa balonu lokomotif şirketlerin kâğıtlarında oluştu. 

Hatta 100 yıl önce New York borsasına kote kâğıtların yarısını demiryolu şirketleri oluşturuyordu. Ayrıca 1850'deki borsa çöküşü lokomotif şirketlerinin kâğıtlarındaki balonun sürdürülemez olmasından kaynaklandı. Yine 1929 bunalımına da borsa çöküşü yol açtı. Bu çöküş, otomobil şirketlerinin hisselerindeki balondan kaynaklandı.
Gelelim 2008 dünya mali krizine... 2008 mali krizinin kablosuz iletişim ve enformasyon devriminden kaynakladığını düşünebiliriz. Öyle ki, hızlı iletişim, 24 saat işleyen borsalar, finansal risk kontrollerinin hızlı iletişimin gereği en aza indirilmesi, kolay borçlanma ve paranın hızlı iletişim sayesinde kontrolsüz biçimde küresel piyasalara dağılımı, 2008 mali krizinin temel nedenlerini oluşturdu. 
Bütün bu yaşananların ortaya çıkmasında asıl rolü iletişim teknolojisindeki değişm oynadı. Ve zenginlik, yine son dönemdeki teknolojik değişime bağlı olarak iletişim ve enformasyon şirketlerinden kaynaklandı.
Teknolojik yenilikler, dünyada zenginliğin en önemli belirleyicisi olduğuna göre önümüzdeki dönemde emek talebi teknolojiye göre değişecek. Teorik fizikçi 

Dr. Michio Kaku "Geleceğin Fiziği" kitabında, 2100 yılında gözlere takılan lensle internete bağlanıp günlük haberlerin kahve içerken okunacağını, sabah yüzünüzü yıkarken lavabo ve sensörlü aynaya yansıyan DNA ve proteinlerinizden sağlık durumuzun tespit edileceğini, akşam evinize döndüğünüzde robot doktor tarafından sağlık sorununuzun duvar ekranından size bildirileceğini, robotların avukat yerine temel hukuk konularında hukuk danışmanlığı yapacağını ileri sürüyor.
Borsa brokerliği, veznedarlık, kasiyerlik, muhasebecilik, emlakçılık, fabrika teknisyenliği, fabrika mühendisliği gibi yaratıcılığı olmayan mesleklere pek ihtiyaç duyulmayacağını, çünkü bu işleri de robotların ve bilgisayarların yapacağını öngörüyor.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Havuz Pisliğinden Enerji Üretimi



Aracınızın yakıt deposunu, bahçenizdeki havuza daldırdığınız bir hortumla doldurduğunuzu düşünün. Bilim adamlarının Güneş enerjisi kullanan mikroplar aracılığıyla suyu hidrojen ve oksijene ayrıştırarak çeyrek yüzyıldır gerçekleştirmeye çalıştıkları bir düş bu. Çünkü hidrojen, bilinen en temiz yakıt. Yanma ürünü, bildiğimiz su. Dolayısıyla havayı kirletmesi söz konusu değil. Üstelik yanma artığı su yeniden ayrıştırılarak yakıt yeniden üretilebiliyor. Araştırmacılar hidrojen üretebilen mikroplarla deneylerine 1973 petrol bunalımının ardından başladılar. 


Örneğin, elektroliz sürecinin biyolojik biçimiyle suyu hidrojen ve oksijene ayrıştıran su yosunuyla olumlu sonuçlar da alındı. Ama her seferinde ortaya aynı sorun çıkmaktaydı: Bu tek hücreli canlılar önemli ölçüde hidrojen üretme potansiyeline sahip oldukları halde, süreç sırasında fotosentez yoluyla oksijen de ortaya çıkıyordu. Oksijense, hidrojen üretici hidrojenaz enzimini bloke ettiğinden, ancak çok küçük ölçeklerde hidrojen elde edilebiliyordu. Amerikan Bilim İlerletme Derneği’nin (AAAS) Şubat ayında yapılan toplantısında açıklanan iki yeni yöntem, bu darboğazın aşılmak üzere olduğunu müjdeliyor. California Üniversitesi (Berkeley) araştırmacılarından Tasios Melis ve Yenilenebilir Enerji Ulusal Laboratuvarı NREL’deki çalışma arkadaşları, balıklı havuzlarda ve akvaryumlarda sıkça görülen Chlamydomonas reinhardtii adlı alg türüyle deneyler yürütmüş. Ekip, sülfat tuzlarından yoksun bırakıldığında suyosununun, fotosentez yoluyla oksijen üretmek için gerekli proteinleri koruyamadığını ve tümüyle hidrojen üretmek üzere biçim değiştirdiğini göstermiş. 

Deneylerde, bir litre suyosununda saatte ortalama 3 mililitre hidrojen elde edildiği gözlenmiş. Ekip, dört günlük üretimden sonra suyosunlarının normal fotosentez sürecine geri dönüp tükenmiş proteinlerini yeniden oluşturmalarına izin vermiş. İkinci yöntemde de üretim hattında aynı suyosunları bulunuyor. Ancak Oak Ridge Ulusal Laboratuvarı biyofizikçilerinden Elias Greenbaum, şişelenen suyosunlarının üzerinde önemli ölçüde azot gazı tutarak, ayrıştırma sürecinde ortaya çıkan oksijenin sudan hızla çıkmasını sağlamış ve böylece hidrojen üretiminin
engellenmesini önlemiş. Greenbaum, Melis grubunun üretim verimini 58 gün süreyle tutturmuş. Bunun bir dünya rekoru olduğunu vurgulayan araştırmacı, NREL’de geliştirilen oksijene dayanıklı mütant algler kullanarak rekoru daha da geliştirebileceğini öne sürüyor. Ancak tüm bu ilerlemelere karşın araştırmacılar, hidrojen üretiminin hâlâ kuramsal modellerde öngörülen düzeyin çok gerisinde olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca üretim on kat arttırılsa bile, tek bir otomobile yetecek hidrojen yakıtı için bahçenizde 45 metrekare alanlı sığ bir havuz gerekiyor. Üstelik havuzun da sürekli güneş ışığı alması gerekli. Gene de araştırmacılar, suyu ayrıştırmada biyolojik yöntemin, güneş pili ve rüzgâr enerjisi kullanma yöntemleri gibi bir seçenek olduğunu, ve yarışı hangisinin kazanacağının belli olmadığını söylüyorlar.


Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/bilgisayar/2000-04-8.pdf
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...