Dünyamızın bize her gün çeşitli uyarılar
vererek sona yaklaştığını hissettirdiği son birkaç yılda bunun nasıl bir son
olacağına dair düşünceleriniz oldu mu? Sizin için en popüler beş felaket
senaryosunu tüm ayrıntılarıyla açıklıyoruz.
Uzaylı İstilası
Kurtuluş Günü (Independence Day) filminin
bize öğrettiği bir şey varsa o da dünya dışı varlıkların dünyamıza
geldiklerinde tek dertlerinin "ihtiyaçları olanı alıp geri dönmek"
olmayacağıdır. 1960 yılında astrofizikçi Frank Drake, Samanyolu galaksisinde
yaşayan uzaylı medeniyetleri saptamak için gerekli olan şeyleri araştırmış.
Drake denklemi adını verdiği bu çalışma yeni yıldızların oluşum sıklığı ve
yaşam belirtisi gösteren gezegen sistemlerinin sayısı gibi konuları
araştırıyor. Bu sayılar birer varsayım olsa bile Drake en iyi
ihtimalle galaksimizde 1000 ile 100.000.000 arasında dünya dışı
medeniyetin olduğunu öngörüyor.
Peki bu yaratıklar
dünyamızı bulduklarında ne olacak? Stephen Hawking dünyanın
dünya dışı bir medeniyet tarafından keşfedilmesine dair elimizdeki en iyi
modelin Avrupalıların Yeni Dünya’yı (Amerika) keşfettiklerinde olan şeylerle
aynı olacağını belirtiyor ve devam ediyor: “Çok akıllı ve aşırı gelişmiş bir
medeniyetin karşılaşmak istemeyeceğimiz bir şeye nasıl dönüşebileceğini
görebilmek için kendimize aynada dönüp bakmalıyız. Bu varlıkların kendi
gezegenlerindeki tüm kaynakları tükettiklerini ve yaşamlarını sürdürebilmek
için devasa gemiler içerisinde yola çıktıklarını hayal ediyorum. Bu gelişmiş
varlıklar büyük ihtimalle göçebe olarak gezerek ulaşabildikleri tüm gezegenleri
ele geçirip kolonileştirmek isteyeceklerdir.”
Günümüzde Voyager 1 adlı uzay sondası Güneş
rüzgarlarının yerlerini yıldızlar arası maddeye bıraktığı Heliopause bölgesine
yaklaşmakta. Bu rotasıyla insanoğlunun geliştirdiği ve güneş sistemini
terk ederek yıldızlar arası alana girecek olan ilk obje olma özelliğini
taşıyor. Şimdiye kadar tam 17.9 milyar km yol kat etti ve saatte 61.155 km/s
hızla ilerliyor. Üzerindeki pilin 2030 yılına kadar dünyaya sinyal
gönderebileceği tahmin ediliyor. Fakat sahip olduğu eylemsizlik ile uzayın
derinliklerine doğru kıyamete kadar ilerleyeceği kesin. Bu kadar yol katetmiş
olmamıza rağmen galaktik keşif için gerekli olan ürkütücü teknolojiler göz
önüne alındığında biz dünyalılar, uzaylı ırk için en iyi ihtimalle birer böcek,
en kötü ihtimalle de onların akşam yemekleriyiz.
Yaşayan Ölülerin İntikamı
Birleşmiş Milletler Salgın Kontrol Merkezi
acil durumlara hazırlıklı olunması için bir web sayfası hazırladı. Ve
bu web sayfası garip bir şekilde zombi saldırıları ile ilgili bir bölüm de
içeriyor: (“Bir saldırı kiti edinin. Plan yapın. Hazırlıklı olun.”) Ürünleri
oldukça popüler olan cephane üreticisi Hornady’nin en çok satılan ürünü ise
zombileri anında öldürmeye yarayan Z-MAX adında yeşil uçlu bir kurşun. (Sloganı:
“Kesin olarak öldürün.”) Max Brooks tarafından yazılan ve zombilerden
kurtularak hayatta kalabilme rehberi olma özelliği taşıyan “The Zombie Survival
Guide: Complete Protection from the Living Dead” adlı kitap çıkışından dokuz
yıl sonra bile best-seller olmaya devam etti. Sonuç olarak bu “yaşayan ölüler”
ve onların sebep olabileceği tehditler hakkında biraz korku ve endişe duyulduğu
ortada.
Haziran 2012’de New York Syracuse’da çıplak
bir kadın homurtulu ve tutarsız bir ruh halinde ailesine saldırdıktan sonra
yakalandı. Bir kadın Kansas City Missouri’de komşusunu ısırdı, dizleri üzerine
çöktü ve bir köpek gibi toprağı kazmaya başladı. Daha sonra da ağzı toprak ve
pislik dolu halde vahşice tekmeler savurarak polise karşı koymaya çalıştı.
Bundan sadece günler önce çıplak bir adam bir evsizin yüzünü ve gözlerini
ısırıp çiğnerken polis tarafından vurularak etkisiz hale getirildi. Adam ilk kurşunu yemesine rağmen evsizin yüzünü ve
gözlerini kemirmeye hala devam ediyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nde ve
dünyanın birçok farklı yerinde daha gerçekleşen bu dehşet verici kazalar,
aklımıza 28 Gün Sonra adlı filmin aslında bir belgesel olabileceği ihtimalini
getirmiyor değil doğrusu.
Göktaşı Yağmurları
1998 yılı göktaşlarıyla gelen felaket
senaryolarını izlediğimiz filmler açısından oldukça zengin bir yıldı. Hem
Armageddon hem de Derin Darbe adlı filmler bize insanlığın göktaşlarından
kurtulabilmesi için sadece birkaç nükleer bomba ve cesur bir ekibin yeterli
olacağını göstermişti.
Ama ne yazık ki bu o kadar da basit değil.
Öncelikle dünyayı yok edebilecek kadar büyük bir göktaşını patlatabileceğimiz
kesin olmadığı gibi bunu isteyip istemeyeceğimiz de tartışılmalı. Çünkü çapı 10
km’den fazla olan bir göktaşını havaya uçurmanız devasa bir problemi
binlerce küçük probleme böleceğiniz anlamına geliyor. Bu da Dünya’nın
atmosferinin tüm bu kinetik enerjiyi emmesi ve canlı yaşamının da en sonunda
sona ermesi anlamına geliyor.
Rage adlı bilgisayar oyununda karşılaştığımız
1999 RQ36 kod
adlı göktaşının oyundaki gibi 2182 yılında dünyaya çarparak onu yok etme
olasılığı binde bir olarak görülüyor. Aynı olasılık 2036 yılnda beklenen 99942
Apophis kod adlı göktaşında ise ikiyüzelli binde bir. Bu da bir göktaşının
dünyaya çarpması sonucu ölme olasılığınızın bindiğiniz uçağın düşmesi sonucu
ölme olasılığınızdan (onbir milyonda bir) daha fazla olduğu anlamına geliyor.
İyi haberi tabi ki sona sakladık. Unutmayın
ki dinazorlar 65 milyon yıl önce bizim için 1-0 öne geçtiler.
Termonükleer Felaket
Büyük bir felaketten sonra hayatımız Fallout
oyunundaki gibi etkileyici müzikler çalarken arada bir ortaya çıkan mutantlar
eşliğinde geçebilir fakat büyük ihtimalle öyle olmayacak. “The Road”
romanındaki gibi gezegenin tamamen buza dönüştüğü güneşsiz bir dünyada
yamyamlardan kaçarak hayatta kalma mücadelesi içerisinde geçecek. Böyle bir
iklimin nedeni ise nükleer kış olacak. Teorik olarak dünyada nükleer
güce sahip ülkeler kıtalar arası nükleer füzelerin uçmasına karar verirlerse
çoğunlukla en büyük ve en önemli metropoller hedef seçilecek ve bu da çok fazla
duman çıkacağı anlamına geliyor. Bu duman stratosfere ulaşıp yağmur bulutlarının
da üzerine çıkarak orada birikmeye başlayacak. Ve aniden güneş ışınlarının
dünyaya ulaşmasını engelleyerek gezegeni hiçbir zaman sona ermeyecek bir kışa
mahkûm edecek. Güneş ya da sıcaklık olmadan insanlığın devamını sağlayacak gıda
maddeleri yetişemezken yeterli oksijen de üretilemeyecek ve bu açlık yıllarca
sürecek. Bu sürecin kaç yıl süreceğini görebilecek kadar uzun yaşayabileceğimiz
ise maalesef kesin değil.
Nükleer kış tek problemimiz olmayacakmış
gibi görünüyor. Terminatör 2’yi izleyenler çocuk parkı sahnesini
hatırlayacaklardır. Birçok insan nükleer bomba yüzünden anında buharlaşacak ve
geriye sadece önünde durdukları ya da üzerinde oturdukları duvar üzerinde
radyoaktif ışınlar yüzünden oluşan gölgeleri kalacak. Bu ilk dalgadan
kurtulanlar oldukları yerde alev almalarına neden olacak kadar yoğun bir sıcak
hava dalgasına maruz kalacaklar. Tüm bunları bir şekilde atlatabilenlerin ise
radyasyon zehirlenmesi ve nükleer serpinti yüzünden kaç yıl daha
yaşayabilecekleri belli değil. Çevrenin tamamen yok olacağı bu olaylar
zincirinden sonra ise simsiyah bir radyoaktif yağmur dalgası tüm gezegeni
saracak.
Kulağa rahatsız edici geliyor değil mi? Peki
bunları yaşama olasılığımız sizce nedir? Stanford Üniversitesi’nden Martin
Hellman’a göre bugün doğacak bir çocuğun nükleer bir savaş yüzünden ölme
olasılığı yüzde on. Bu
olasılık diğer felaket senaryolarını düşündüğümüzde hiç de azımsanmayacak
cinsten. Bu yüzden hepimizin özellikle bu konuda biraz düşünmesi gerekiyor.
Yeraltından Gelen Tehlike
Tremors, Gears of War ve 2002 yapımı Reign
of Fire filmlerinden öğrendiğimiz üzere, gezegenimizin yer kabuğunun hemen altında
bizi bekleyen “büyük” tehlikeler var. Acaba her gün yürüdüğümüz yolların
altında gizlenen ya da tüneller açan bu korkutucu yaratıklar saldırmak için
doğru zamanı mı bekliyorlar?
Muhtemelen hayır. Fakat yine de derinlerde
bir yerde önemli şeyler oluyor. Örneğin olağanüstü çevre koşullarında (sıcak su
kaynakları vb.) bile yaşayabilen organizmalar familyasından olan
xenophyophore’lar, Mariana Çukuru’nda tam 10.621 metre
derinlikte yaşıyorlar. Bu 10 santimetrelik tek hücreli organizmaların büyüyerek
insanlığı ele geçireceği pek olası görünmese de Wolverine benzeri olağanüstü
bir dirence sahipler. Çünkü Mariana Çukuru’nda inç başına tam 8 ton basınca
maruz kalarak yaşamlarını sürdürebiliyorlar.
Karada yaşan canlılar arasında en derinde
olanı ise 1979 km’de bulunuyor. Terrestrial Arthropod Reviews adlı yayında
incelenen Plutomurus Ortobalaganensis adlı bu canlının, Abhazya’daki
Krubera-Voronja mağarasında çürümüş ve bozulmuş maddeleri yerken keşfedildiği
belirtiliyor.
Ayrıca 29 Haziran 1934 yılında Los Angeles Times’ın
yayınladığı habere göre kertenkele-insan karışımı canlıların şehrin yüzlerce
metre altındaki mağaralarda yaşadığı anlatılıyor. Fakat şu anda bu gizli
mağaraların nerede oldukları tam olarak bilinemiyor.
Bonus: Matrix Felaketi
Biz tüm bu senaryoları inceleyerek
olabilecekleri kestirmeye çalışırken belki de büyük felaket çoktan gerçekleşti
ve şu anda The Sims adlı oyunun çok ama çok gelişmiş bir versiyonu içerisinde
hayatlarımıza devam ediyoruz. Oxford Üniversitesi’nden Dr. Nick Bostrom şu anda
%20 ihtimalle bir bilgisayar
simülasyonunun içerisindeyaşadığımızı düşünüyor. En azından eğer şu
anda içinde bulunduğumuz gerçeklik sahiden de Sid Meier’s Civilization ya da
The Sims oyunlarının gelişmiş bir versiyonuysa hala umudumuz var demektir.
Çünkü en zararsız felaket senaryosu şimdilik bu gibi görünüyor. Bu yüzden moral
bozmadan hayatın tadını çıkarmaya devam etmekte fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder