29 Eylül 2013 Pazar

Yılın en uzun günü, neden en sıcak günü değildir?

21 Haziran geldiğinde yılın en uzun gününü yaşarız ancak en yüksek hava sıcaklığı bundan ancak bir iki ay sonra gerçekleşir. Neden?


Eğer haziran ayında bir kere olsun plajda olmuşsanız, bunu anlayabilirsiniz. Deniz ve okyanuslar haziran ayında soğuktur. Kışın dağlarda biriken karlar ve henüz erimeye başlamış buzullar sebebiyle yeni yeni ısınan deniz ve okyanuslar ancak bir iki ay sonra daha sıcak hale gelir.




Ağustos ayında okyanus suyu sıcaklığı hazirana göre daha fazla olacaktır. Yerin ve okyanusların kış sonrası en yüksek sıcaklığa ulaşmaları için daha fazla aya ihtiyaçları vardır. İşte bu da neden en uzun günde en sıcak günü yaşamadığımızı basitçe açıklıyor.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Uzaysal ek boyutlar var mı?


Hitoshi Murayama, Evrenin Fiziği ve Matematiği Enstitüsü, Japonya


Hepimiz üç uzaysal boyutlu bir evrende yaşadığımızı düşündük. 


Ama, Einstein'ın bile ulaşamadığı bir başarı olan bütün kuvvetlerin birleşik bir teorisini yazmak için, günümüzde bazı fizikçiler, evrende şimdiye kadar göremediğimiz çok küçük ölçülerde kıvrılmış, altı adet yeni boyut olması gerektiğini savunuyorlar.

27 Eylül 2013 Cuma

Bilim “Bilmek istiyorum” ile başlar.

Bilim “Bilmek istiyorum” ile başlar.

“Bilmek” öylesine doğal ve o kadar açıktır ki, onun ne anlama geldiğini tanımlamaya çalışmak biraz garip gelebilir. Aslında, “bilmek” derken neyi kastettiğimizi açıklamak aşırı şekilde karmaşık olabilir, çünkü pek çok anlamı vardır.

Eğer bütün eş anlamlı kelimeleri sıralarsak, “bilmek” kelimesinin aynı zamanda, bilgi sahibi olmak,anlamak, okumak ya da görmek, hissetmek, değerlendirmek, tanımak, düşünmek, analiz etmek, pratik yapmak ya da uzmanlaşmak anlamlarına da gelebileceğini görürüz.

Birisini “tanımak” (“bilmek”), o kişiyle (kişisel olarak ya da başarılarından dolayı) tanıştığımız, o kişiyi bir grup insan içinde tanıyabildiğimiz ve o kişinin varlığından haberdar olduğumuz anlamına gelir. Ama
bir insanı gerçekten tanımak için, o kişiyi, davranışlarını ve tepkilerini tahmin etmenin yanı sıra, onun kişiliğini başkalarına tarif edebilecek derecede iyi anlayacak kadar yakından tanımak zorundasınızdır. Bir nesneyi, gerçeği ya da fenomeni “bilmek”, onu görsel ve fiili olarak tarif edebilmek, çevresindeki diğer nesnelerle nasıl bir etkileşimde bulunduğunu açıklayabilmek ve çevresini nasıl etkilediğini ve bunun karşılığında onun nasıl etkilendiğini anlatabilmek anlamına gelir.

Bilim kapsamında “bilmek”, merakı, en dürüst şekilde gerçeğin farklı özelliklerini belirlemek, birbirinden ayırt etmek ve tanımlamak için gözlem yapmayı ve yeterli bilgi ve istihbarat toplamayı deneyimlemek
demektir. Bu gerçeklik hakiki, sanal, somut, doğal, yapay, soyut, fiziksel ya da metafiziksel olabilir. Ve merakı deneyimlemek, bilgiyi doğurur.
Büyük sıklıkla bilgi, mantığı kullanmayı ve eninde sonunda akla yatkın argümanlar geliştirmeyi mümkün kılar.

Herkes tarafından bilinen gerçekler nelerdir? Ve bunlar, bilimsel gerçeklerden ne anlamda farklıdırlar?
Pratikte “bilmek”, sorular sormayı, şüphe duymayı ve olguları, nesneleri ve fikirleri kontrol etmeyi gerektirir.

26 Eylül 2013 Perşembe

Karanlık madde nedir?


Lucia Votano, Gran Sasso INFN Laboratuvarı , İtalya


Evrenin toplam demirbaşları dökümünde, sıradan madde toplamın sadece yüzde beşini oluşturur.

 Evrenbilimciler, gökadalardaki görünür nesnelerin dönme hızlarını gözlemleyerek, evrenin toplam enerjisinin yaklaşık yüzde 21 ila 23'ünün karanlık madde olarak adlandırılan görünmez bir maddeden oluştuğunu "ölçtüler". En çekici açıklama karanlık maddenin, sıradan madde ile çok zayıf bir etkileşimi olan henüz keşfedilmemiş ağır parçacıklardan oluştuğunu varsayar.


24 Eylül 2013 Salı

Nötrinolar zamanın başlangıcıyla ilgili hangi haberi getirirler?


Bonnie Fleming, Yale Üniversitesi /Fermilab, ABD

Madde ve karşımadde bir araya gelince bir enerji patlamasıyla birbirlerini yok eder. Evrenin doğumunda, benzeri enerji patlamaları eşit sayıda parçacık ve karşıparçacık üretmiş olmalıdır.

Ancak her nasılsa, içinde yaşadığımız evren, tamamen maddeden yapılmıştır. Nötrino isimli, evreni dolduran minik parçacıklar bunun sorumlusu olabilirler mi? Nötrinolar bizim var olma nedenimiz mi? Nötrino demetlerinin yanı sıra, reaktörlerden, atmosferden ve güneşten gelen nötrinoları kullanarak cevabı bulma yarışı başladı.

Karşımadde neye karşı?


Hong-Jian He, Tsinghua Üniversitesi, Çin


Madde, elektron ve proton gibi parçacıklardan oluşur. Her parçacığın karşıparçacığı vardır. 



Karşıparçacıklar birleşip karşımaddeyi oluşturur. Çarpıcı olan, gözlenebilir evrende karşımaddenin değil, fizikteki en büyük bulmacalardan biri olarak sadece maddenin hakim olmasıdır: Karşımadde nerededir? CERN, Fermilab, KEK ve SLAC deneycileri, hızlandırıcılarda karşımadde üretiyorlar ve karşımaddenin evrendeki şaşırtıcı eksikliğini aydınlatmak için maddeden ince farkları araştırıyorlar.

22 Eylül 2013 Pazar

Bilimsel Projelerin Maliyeti


20. yüzyılın başlarından itibaren daha önce görülmedik ölçekte büyük bilimsel projeler, uzay çalışmaları, yatırımlar birbiri ardına yapıldı. Bu projelerin en fazla heyecan yaratanlarından sonuncusu Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi CERN'de gerçekleştirilen Higgs Bozonu projesi oldu. Proje bilimsel yönü kadar felsefi yönüyle de çok tartışmalara konu oldu. Ama işin bir de mali yönü vardı. Bu proje öncekiler gibi bilimsel, teknolojik yönü kadar maliyet boyutuyla da dev bir profil çiziyordu. Tüm bu projeler, keşifler insanlık adına çok değerliydi ve bu yüzden kesenin ağzını açmak gerekiyordu. Örneğin dünya dışı zeki varlıklarla iletişim kurmak umuduyla NASA tarafından başlatılan ve yıllarca milyonlarca dolar aktarılan SETI projesi 2011 yılında durduruldu. İşte atom bombasından Higgs Bozunu'na son yüzyılın en büyük bilimsel ve teknolojik projeleri, keşifleri ve onların insanlığa abartılı rakamlara mal olan ama dikkatlerden kaçan mali boyutları.



DNA'LAR İÇİN 4,6 MİLYAR DOLAR
Bugün gazetelerde hemen her gün keşfedilen yeni bir DNA ile ilgili haberlere rastlamak mümkün. Ama bu duruma gelinmesinin ardında uzun soluklu ve oldukça maliyetli dev bir proje yatıyor. 1990-2003 yılları arasında dünyanın en iyi genetik bilimcilerini bir araya getiren ve 24 insan kromozomunun araştırılmasını 20 ayrı kurum arasında paylaştıran Genom Projesi, hem çalışmaların genişliği hem de maliyeti açısından "Biyolojinin Apollo Projesi" olarak nitelendirildi. Projenin sonuçları her biri 500 sayfa tutan 2 bin kitapla açıklandı. Bu çalışma ise insanlığa 4,6 milyar dolara mal oldu. Günümüzde suçluluk geni bulundu, şişmanlık geni bulundu gibi haberlerin altında aslında 5 milyar dolara yakın yatırım yatıyor.
HIGGS BOZONU'NUN KEŞFİ
Bugüne kadar varlığı tespit edilememiş bu bozona tesadüf edebilmek için 27 kilometre çapında Hadron Çarpıştırıcısı denilen bir makine ve sistemin kurulması gerekti. Varlığı kesin olmayan ve görünmez boyutlarda olan bu atomaltı parçacık için yerin yüz metre altında kurulan bu muazzam mekanizmanın yanı sıra, yürütülmesi için gerekli çalışmalar ve kullanılan metotlar da bir o kadar muazzamdı. İspatla sonuçlanırsa bilimsel çalışmalara büyük ufuklar açacağı söylenen bu projenin muazzam olan bir diğer tarafı ise maliyetiydi. Minicik Higgs Bozonu'na rastlamak için yapılan çalışmaların maliyeti 5 milyar Avro'ya ulaştı. Bu rakam aynı zamanda enerjinin nasıl kütle sahibi olabildiği sorusunun da cevabının maliyetiydi.

21 Eylül 2013 Cumartesi

Birim Çevirici

Bir çok ölçü birimini birbine çevirmeye ihtiyaç duyan ve bunu hızlı gerçekleştirmek isteyenler için küçük, kurulum gerektirmeyen pratik bir program mevcut.


Convert; hız, açı, alan, yoğunluk, mesafe, akış, ısı, zaman, hacim, ışık, güç vb. gibi toplam 20 farklı kategoride yüzlerce farklı çeviri kombinasyonunu yapabiliyor. Günümüzde her ne kadar arama motorları, online birim dönüştürücü sitelere hızlıca ulaşmak mümkün oluyorsa da, hepsini bir arada sunan bu program hepsinden daha pratik bir çözüm sunuyor. 
Convert'i (453KB) buradan indirebilirsiniz.

veya

19 Eylül 2013 Perşembe

Tarihteki En Önemli Robotlar


Robotlar, bugün mutfağımızdaki karıştırıcıdan fabrikalarda montaj hattında kullanılanlara hayatımızın içindeler. Peki tarihteki en önemli robotlar hangileriydi ve hangi işi yaptılar? İşte kronolojik sırayla tarihin en önemli robotları;

M.Ö. 350: The Pigeon

Yunan fizolof, astronom ve matematikçi Archytas'ın ilk projelerinden bir tanesi, The Pigeon adında ağaçtan yapılmış mekanik bir kuştu. Kuş, buhar yoluyla 200 metre uçabiliyordu.

1495: Leonardo'nun robotu



Robotların geçmişinde Leonardo Da Vinci'nin de adı var. Leonardo Da Vinci, 1945'de ilk insan benzeri robotu meydana getirmişti. Robotun çizimlerine bakacak olursak ayakta durduğunu, oturabildiğini, miğferinin önünün kaldırabildiğini ve kollarını oynatabildiğini görüyoruz. Robotun bugün çizimlere dayanarak meydana getirilen bir kopyası bulunuyor.

1738: The Duck

Fransız mucit Jacques de Vaucanson tarafından meydana getirilen The Duck adındaki robot ördek, 400'ün üzerinde farklı parçaya sahipti ve kanatlarını çırpabiliyor, yemek yiyebiliyor, onu sindirebiliyor ve dışkı üretebiliyordu!

1898: Tesla'nın uzaktan kumandalı botu

Elektrikli buluşlarıyla tanıdığımız Nikola Tesla'nın robotlarla ilgili alanda da bir buluşu vardı. Tesla, kablosuz aktarım sistemini tanıtmaya çalışırken demirden bir botu uzaktan kumandayla kontrol etmişti. Ancak o zamanlar böyle bir denetimin önemini kimse kavrayamamıştı.

17 Eylül 2013 Salı

İnsan Beyninin "İşlem" Kapasitesi


Japon ve Alman bilim insanlarının yaptığı bir çalışma, insan beyninin "işlem" kapasitesini ortaya koydu.


Araştırmada 83 bin mikro işlemciye sahip olan dünyanın en güçlü süper bilgisayarlarından biri kullanıldı. Bu bilgisayar ile 40 dakika süren bir işlem sonucunda, insan beyninin bir saniyelik süredeki tam kapasitesinin %1'ine denk gelen değere ulaşıldı.
Milyonlarca matematik işlemini göz açıp kapayıncaya kadar yapabilen bilgisayarların insan beyni ile hala boy ölçüşememesinin nedeni olarak, beynin yapısındaki yüksek sayıdaki sinir hücresi gösteriliyor. Birbiri ile sürekli iletişim halinde olan 200 milyar sinir hücresinin yarattığı güç hiçbir bilgisayar ile ölçülemiyor. Bu bağlantılar arasında gidip gelen elektrik sinyallerinin her biri için 1000 farklı switch bulunuyor. Tüm bunları hesaba katınca insan beyninde yüzlerce trilyon boyutunda veri otoyolu bulunuyor.
Araştırmada insan beyninin %1'ine denk gelen 1,73 milyar sanal beyin hücresinin 10,4 trilyon sanal veri yolun üzerinden haberleşmesi simüle edilmeye çalışılmış. İnsan beyninin bir saniyede gerçekleştirebildiği bu işlem için 83 bin mikro işlemciye sahip dünyanın en güçlü bilgisayarının 40 dakika boyunca çalışması gerekmiş. Bu sonucun, insan beyninin 1 saniyelik kapasitesinin sadece %1'ini simüle ettiğini de tekrar vurgulamak lazım.

Bazı bilim insanları, 2020'de, insan beynindeki işlem gücüne çok yaklaşan bilgisayarlar üretmenin mümkün olabileceğini ve bunun da düşünen yazılımlar üretmeyi kolaylaştıracağını iddia ediyorlar. 

16 Eylül 2013 Pazartesi

Fütüristlerin Gelecek Tahminleri





Fütürizm gelecek ile ilgili analizler yapıp zaman içerisinde nelerin değişeceği üzerine fikir yoran bir akımdır. Bu akıma verilebilecek en iyi örneklerden biri bilim kurgu filmleridir; çünkü bu filmler genellikle gelecekte ne olacak üzerine kurgulanmaktadır. Ancak bu akım sadece filmlerle sınırlı kalmayıp bu konular üzerine zaman harcayan birçok kişi ve kurum bulunmaktadır. Bu yazımızda gelecekte hayatımıza gireceği düşünülen 10 önemli tahmin üzerine yöneleceğiz.
10. Hacimsiz Zeka
Teknoloji geliştikçe başlangıçta bir odayı kaplayan bilgisayarların hacimleri artık cebimize girecek kadar küçüldü. Bilgisayar firmaları her geçen gün daha az hacimle daha çok iş yapacak bilgisayarların üretimi için araştırma geliştirme faaliyetleri yapmaktadırlar. Bu bağlamda fütürist Brian David Johnson ilerleyen dönemlerde bilgisayarların neredeyse hacimsiz denecek kadar küçük olacağını düşünmektedir. Geçmişten geleceğe bir oda büyüklüğünden avuç içine kadar azalan bilgisayar hacimleri, gelecekte muhtemelen gözle görülmeyen mikroçipler olacak gibi görünüyor. Mikro çip seviyesine kadar düşen bilgisayarlarda günümüzde kullanılan çipler yerine atomik transistörlerin kullanılacağı ve bunları geliştirmenin çok kısa zaman aralıklarında olamayacağından birçok kişi Moore yasası olarak bilinen işlemcilerin her sene bir öncekine göre iki kat daha hızlanacağı prensibinin de böylelikle sona ereceğini tahmin etmektedir.
9. Uzay Hakkında Daha Fazla Bilgi ve Yolculuklar
Yirmibirinci yüzyıl başlarında artarak gelişimini sürdüren uzay araştırmaları maliyetinin çok fazla olması dolayısı ile dönem dönem sekteye uğramıştır.  2017 yılında tarihin en güçlü roketinin ve sonrasında 4 astronotun uzaya gönderilecek olması, uzay araştırmaları konusuna büyük bir ivme kazandıracaktır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl her ne kadar ekonomik açıdan gelgitler yaşasa da, birçok firma ticari olarak sıradan kişiler için uzay turu fikrini düşünmekte ve buna ilişkin birkaç örnek bulunmaktadır. Gelecekte bu tarz turların çok fazla yapılacağı düşünülmekte olsa da o dönem için bile bir hayli pahalı olabileceğini düşünmek sanırım çok yanlış olmayacaktır.
8. Zihin Hırsızlığı
Şüphesiz hepimiz karşımızdaki kişilerin aklından neler geçtiğini bilmek isteriz. Bu konu her ne kadar bize imkânsızmış gibi gelse de son birkaç yıldır bazı bilim adamları makineler yardımı ile insanların zihnini okumaya imkân verecek yollar bulmayı başarmışlardır. Bu gelişmeler ışığında gelecekte bilimin ve makinaların insanların düşüncelerini alabilecek kapasiteye gelebileceği düşünülmektedir. Bu konu belki ilk okunduğunda çok basitmiş gibi görünebilse de, düşünülen gelişmelerin oluşması halinde gelecekteki nesillerin şimdiki kadar özgür olamayacağı kesindir. Çünkü kişilerin zihnini okumanın sonraki adımı yönlendirmedir. Örneğin kişinin ne yiyip ne içmek istediğini, ne giyip nereye gitmek istediğini bu yolla değiştirebilirsiniz. Tabi bu verdiğimiz örneğin en masumane uygulamalardan biri olabileceği düşünüldüğünde bu konudaki gelişmelerin ürkütücü olabileceğini belirtmek gerekir.
7. Yığın Veri
Şu an için bilimin sınırları her ne kadar zihnimizi okumaya izin vermese de, bize ait olan verilere ulaşma konusunda hiçbir problem yaşanmamaktadır. Özellikle pazarlama alanında olduğu gibi diğer birçok alanda da kullanıcı profili, tercih şartları, alışkanlıklar ve ilişkiler gibi sayısız parametre gün geçtikçe artmaktadır. Ancak asıl sorunlardan biri bu kadar fazla olan veri yığınının düzgün bir şekilde analizlenmesi ve yorumlanmasıdır. Bu nedenle birçok uzman gelecekte kişilerin tercihlerinin otomatik olarak saptanacağı sistemler üzerine yoğunlaşmaktadır. Özellikle internet mecrasında kişinin okudukları ve aradığı kelimeler optimize edilerek, okuyacağı haberler, satın alma potansiyeline sahip ürünler ve bunun gibi günlük hayatta gerçekleştirdiği birçok faaliyet için seçenekler önüne çıkarak kişiyi yönlendireceği düşünülmektedir. Veriler, makinalar ve algoritma böylelikle bir araya geldiğinde ve hayatın içine girdiğinde kişinin bağımsız olarak karar verme yetisini etkileyeceği de su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
6. Kuantum Kontrol
Kuantum kontrol fizik biliminden türettiği teknolojiyi bilgisayar uygulamalarında hayata geçirmeye çalışır. Kuantum elektrodinamiği (KED) madde ve ışık arasındaki bağlantıyı açıklamaktadır ve bu ilişkinin bilgisayar çiplerinin deve sistemlerinde nasıl uygulanabileceği araştırılmaktadır. Yazımızda da belirtmiş olduğumuz mikroçip boyutundaki bilgisayarlar hayata girdiğinde kuantum kontrolünün de onu takip edeceği düşünülmektedir. Örneğin sese duyarlı kuantum titremeleri olan fononlar çip düzeyinde devreleri harekete geçirebileceklerdir. Bunun anlamı zihin veya ses kontrollü bilgisayarların veya robotların hayata girecek olmasıdır.
5. Gençlerin Teknoloji Harekatı
Günümüzde gençler daha önce hiç olmadığı kadar teknolojik açıdan belirli bir bilgi birikimine ve bu konularda koordineli çalışma altyapısına sahiptirler. Bu konuda ivmelenmelerini sağlayan en önemli gelişme şüphesiz internetin tüm dünyada hızla yayılmış olmasıdır. Bunun yanında ekonomik darboğazların baş gösterdiği günümüzde gençler işsizliklerle yüzleşirken içlerindeki isyanı ellerinde bulunan boş zamanlar ve teknolojinin fırsatları ile birleştirdiğinde fiziksel olarak yapabileceklerinden çok daha fazlasını bilgisayar üzerinden yapmaya başlamışlardır. Gelecekte teknolojinin de gelişme kaydetmesine paralel olarak gençlerin de sanal savaşlar konusunda şimdikinden çok daha tehlikeli bir güce kavuşacakları kaçınılmazdır.
4. Nanoteknoloji
Nano düzeyindeki teknoloji yani nanoteknoloji birçok uygulamasında beklenenin ötesinde bir doğruluk sağlamaktadır. Nano boyutunu gözümüzde daha iyi canlandırmak için bir sayfa yaprağını örnek olarak kullanabiliriz. Ortalama bir defter yaprağı 100000 nanometre kalınlığındadır. Henüz yaşamımıza son yıllarda gelmeye başlayan nanoteknoloji gelişimini çok hızlı bir şekilde sağlamaktadır. Bugün mühendislik, medikal aparatlar, görüntüleme sistemlerinde, bilgisayar teknolojilerinde ve bunun gibi yüzlerce alanda uygulamaları bulunmaktadır. Özellikle medikal alandaki uygulamaları etkileyici bir şekilde ilerlemektedir. İnsan vücudundaki hastalıkların büyük bir bölümü hücresel düzeyde olduğundan dolayı nanoteknolojik ilaçlar bu hastalıkların tedavisi için çok daha etkili olmaktadır. Gelecekte özellikle kanser gibi günümüzde tedavisi çok etkili olmayan hastalıkların bu teknoloji ile çözüleceği düşünülmektedir.
3. Evrensel Çeviriciler
Sosyal bir birey olan insanın en büyük ihtiyaçlarından biri çevresi ile etkileşim halinde olmaktadır. Etkileşimin en önemli unsuru olan iletişim günlük hayatta her an ihtiyacını hissettiğimiz yegane yeteneklerimizdendir. Bununla birlikte küreselleşen dünyada büyüyen firmaların sürekli yeni Pazar arayışlarına girmesi sonucu çok uluslu şirketlere dönüşmesine olanak veren en önemli parametre iletişimdir. İşte bu nedenle gelecekte dünyada tek bir dilin egemen olacağı düşünülse de her toplumun anatomik ağız yapısı buna engel teşkil etmektedir. Ancak teknoloji işin içine girdiğinde bütün duvarlar yıkılabilir. Çoğumuzun bilgisayarında var olan tercüme edici programlar her ne kadar ihtiyacı tam olarak karşılayacak kalite ve hızda olmasa da lider bilgisayar firmaları ve bazı askeri kuruluşlar bu konu üzerine yoğun çaba sarf etmektedir ve gelecekte spontane çeviri yapacak çip benzeri oluşumlar bizleri beklemektedir.
2. Avatarlar, Suretler, Robotlar
Bilimin geleceğine yön veren tek parametre hayal etme ve bu hayalin arkasından yürüyecek donanıma sahip kişileri ortaya çıkarabilmektedir. Bazılarımız hayallerimizi ölene dek bir sır gibi içimizde saklarken, bazılarımız da bunları milyonlarla paylaşmayı tercih ederler. Bunun en büyük örneği olan bilim kurgu filmleri insanların aklında yer etmekte ve bunları bir hayal olarak benimseyen kişileri arkasından sürüklemektedir. Çoğumuz Terminatör, Suretler veya Avatar gibi bilim kurgu filmlerini izlemişizdir. Birçoğunun ortak özelliği kişilerin kontrol edebildiği robotik sistemlerin hayata geçişidir. Bugün dahi birçok robotik sistem hayatımızın birçok alanına girmiş bulunsa da hiçbirisi küçükken izlediğimiz filmlerdeki kıvama gelmemiştir. Ancak bu hayali gerçekleştirecek yığınla bilim adamı gelecekte bunlarla karşılaşacağımızın en büyük kanıtıdır.
1. Genetik Mucizesi
Belki de bilim dünyasının ahlaki açıdan en tartışmalı konusu genetik ve uygulama alanlarıdır. Çünkü genetik üzerine yapılan çalışmaların derinleşmesi ile gelecekte insanların dahi sipariş üzerine doğrulması için herhangi bir engel kalmayacaktır. Genetik bilimi nasıl ki her biri aynı boyutta mısır, zararlılara karşı dayanıklı domates vb. ürünler yetiştirilmesine olanak veriyorsa gelecekte de istenilen boyda, istenilen kas yapısında, istenilen yetenekte, istenilen renkte insanların anne karnında genetiği ile oynanarak dünyaya getirilmesine olanak verecektir. Bu konuyu işleyen Gattaga gibi filmlerin yanında Cesur Yeni Dünya gibi sayısız bilim kurgu romanı bulunmaktadır. Burada sorulması gereken en önemli soru da ne kadarına izin verilmesi gerektiği olacaktır.
Kaynakça:
electronics.howstuffworks.com


14 Eylül 2013 Cumartesi

NOT ALMIYORSANIZ DİNLEMİYORSUNUZDUR


Not almak, dinlenilenlerden bir şeyler kazanıldığına dair bir çıktıdır, bu yüzden oldukça önemlidir. Girişimci ve yazar Ben Casnocha da LinkedIn hesabında not almanın önemine dair bir yazı paylaşmış. Casnocha'ya göre not almak, anahtar öğeleri hatırlamak için oldukça önemli. Gelin isterseniz Casnocha'nın konu hakkında söylediklerini kendi aktarımıyla okuyalım.


Geçtiğimiz günlerde Mark Zuckerberg, Silikon Vadisi’nde genç girişimciler için bir konferans verdi. Kendi hayatından ve internet dünyasına bakış açısından bahsetti. Bütün koltuklar doluydu ve girişimciliğe meraklı herkes can kulağı ile dinliyordu.  Önde oturanlardan ikisi: Silikon Vadisi'nin iki önemli ismi John Doerr ve Ron Conway'di. Bu isimler, gençlerin arasında, beyaz saçlarıyla değil aynı zamanda sadece kendilerinin not almasıyla da dikkat çekiyorlardı. Konferansta, Zuckerberg’ten sonraki sadece en başarılı insanların not alması komik değil mi?
Etkili Düşünmenin Beş Faktörü'nden alıntılar kısmında da belirttiğim gibi, uzmanlar basit şeyleri derin bir şekilde anlıyor. Temele tekrar tekrar dönüyorlar. eBay’in CEO’su John Donahoe, şu an Vadi’deki öncü yöneticilerden biri olarak görülüyor ve onun not almaya her zaman hevesli olduğu söylenir. Kendisi, LinkedIn’de geçtiğimiz günlerde “Büyük liderler her zaman öğrenmeye açıktır,” dedi.
İnsanların akıl külçelerini tutmak ve bu külçeleri hafızalarına atmalarında farklı yaklaşımlara sahip olduğunu söyleyebilirsiniz. Şüphesiz öyle. Pasif öğrenmeden kuşku duyuyorum. Eğer duyduğunuzu ya da öğrendiğinizi not almıyorsanız, onu nasıl hatırlayacaksınız? Küçük defterime sürekli notlar alıyorum ve hemen hemen her hafta anahtar cümlelerin üzerinden farklı renkte bir kalemle geçiyorum. Daha sonra önemli yerleri bilgisayarımdaki Evernote dosyalarına aktarıyorum; son olarak, en önemli düşüncelerimi ya da alıntıları bloguma koyuyorum, tweet atıyorum, eposta ile yolluyorum.
John Doerr ve Ron Conway gibi insanların eski okullardan mezun olduklarını söyleyebilirsiniz, evet. Bugünkü öğrencilerin çoğu ilk etapta kalem ve kağıt kullanıyor olmayacak. Asıl teknoloji/süreç, belleğe sahip olmaktan daha çok, bilgileri hafızada tutmayı sağlayacak bir sisteme sahip olmak.


Geçtiğimiz ay Washington Ticaret Okulunu ziyaret ettiğimde bunu daha çok düşünme fırsatı buldum. Öğleyin açılış konuşması yapıyordum, arkadaşım Charlie Songhurst’un konuşmasını da dinlemek için saatimi sabahın erken saatine kurmuştum. Kendi kişisel deneyimlerimden biliyorum ki Charlie, bilgili bir insandır. Konuşmasını yaparken ilginç bir şey fark ettim: neredeyse hiç kimse not almıyordu; ne kağıda, ne de tablet bilgisayarlarına. Aslında, ben de not almıyordum. Sadece birkaç kişi alıyordu. Şüphesiz, not alınacak çok şey vardı. Bilgi içerikli bir konuşmaydı. İzleyicilerin çoğu öğrenciydi. Uzmanlar not alıyordu. Acemiler, önemli noktaları göremiyorlardı.
Eski bir deyiş vardır: eğer önemli bir şeyi birine yaptırmak istiyorsan, en meşgul insandan yardım iste. Burda da benzer bir durum var; bir izleyici kitlesinde en bilgili kişiyi saptamak istiyorsan, not alan ve soru soran insanları bul.
Büyük bir konferansta not almak zor bir iş değil, birebir toplantılarda not almak daha zor olabilir. Birkaç yıl önce birebir konuşmalarda not almanın avantaj ve dezavantajları hakkında yazı yazmıştım. Konuşmayı idealden daha fazla etkileşimli hale getirebilir. Eğer iki kişiden sadece biri not alıyorsa, güç dinamiği sağlayabilir. Birebir toplantılarda not almaya çalışın, fakat dikkatinizi daha da yoğunlaştırarak bunu yapın.



13 Eylül 2013 Cuma

Dahilik ile Delilik Arasında Catwalk

1.                1956′da Nobel fizik ödlünü kazanan William Shockley, bu ödülü transistörü icat etmesinden dolayı almıştı. Hatta, kendisi yine bu çalışmalarından dolayı Time dergisinin 20. yüzyılın en etkili 100 kişisinden biri de seçilmiş. Ancak gelin görün ki, çocukluğunda ne acılar çekmiş zavallı William, onları bilen yok. Çocukluğunda, zeki çocukların uzun süreli gelişiminin izlendiği bir araştırmaya dahil edildikten bir süre sonra, IQ’sunun yeterince yüksek bulunmaması nedeniyle incelenen çocuklar arasından çıkarılmış.

2.                Dahiler üzerinde yapılan en ünlü ve en uzun süreli çalışma, Louis Terman(bazıları Lewis de derler) tarafından 1920′lerde başlatılan ve IQ seviyesi 140′ın üzerinde olduğu belirlenen bir grup çocuk üzerinde yapılan araştırmadır. Terman, gerçek bir azimle, tüm çocukların hayatlarının bütün dönemlerini çeşitli açılardan ele almış ve devamlı periyodik olarak gelişimlerinin ve başarılarının sonuçlarını yayınlamıştır.  Terman’ın düşüncesi, çalışmanın sonucunda bu çocuklarının hepsinin ne kadar başarılı olduğunun ortaya çıkacak olmasıydı, çünkü kendisi başarının sadece IQ’ya bağlı olduğunu savunan bir akıma mensuptu. Bu çocukların hiçbiri büyüdüklerinde Nobel ya da benzeri üstün bir ödül alamamıştır.

3.                19 ve 20. yüzyılda yaşamış olan birçok dahi, en hafif deyimiyle, biraz karışık cinsel hayatları ile ya da karşı cinsle ilginç ilişki kurma biçimleri ile tanınmışlardır. Bunlardan bazıları Richard Feynman, Albert Einstein ve Bertrand Russel idi.

4.                Bir teoriye göre, erkek dahiler kendilerini risk altına çok daha rahat sokmalarını sağlayan bir istek taşırlar ve bu güdünün sebebi yüksek testosteron seviyelerine sahip olmalarıdır.

5.                Dahi olmak, hayatınız boyunca maddi olarak rahat bir hayat süreceğiniz anlamına gelmiyor. Son yapılan bir araştırmaya göre, düşük IQ seviyesine sahip “baby-boomer”lar (II. Dünya Savaşı sonrası sürü olarak doğan Amerikan vatandaşları), yüksek IQ seviyeli olanlarla eşit derecede para biriktirme yetisine sahiplermiş.

6.                Albert Einstein’in Nobel ödülü ile birlikte verilen para ödülünü berbat yatırımlarda kaybettiği söylenir.

7.                Asperger sendromunu (otizmin daha yüksek fonksiyon gösteren bir türü diyebiliriz) ilk olarak tanımlayan Avusturyalı araştırmacı Hans Asperger’e göre, matematiksel ve bilimsel alanlarda deha seviyesine ulaşmak ile asperger sendromu arasında yadsınamaz bir bağ vardı. Ona göre, “bilimde ve sanatta dahilik için bir tutam otizm” şarttı.

8.                Kafası hep karışık ve dalgın şaşkın profesör tiplemesi, genellikle dahiler için kullanılan bir genelleme olarak bilinir. Ancak, bu durum bazıları için bunun aynen böyle olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bilimde ilk olarak sibernetik alanını bulan Norbert Weiner dalgın dahi tiplemesinin tipik bir örneğiydi. Anlatılanlara göre, bir konfreransa arabasıyla giden Weiner, dönüşte arabayla geldiğini unutarak eve otobüsle dönmüş ve işin daha da komiği, evinin park yerinde arabasını bulamayınca arabasının çalındığı iddiasıyla polise başvurmuş.

9.                Size çok gizli bir bilgi: Aslında siz de bir dahi olabilirsiniz. Avusturalya’da yapılan bir araştırmaya göre,  günlük 5 miligram kreatin (kas dokusunda bulunan bir madde) verilmesi, bir insanın zeka seviyesini belirgin oranda arttırıyor.

10.           Sadece insanların dahisinin olmadığını da unutmamak lazım. 2007′nin Eylül ayında 31 yaşında hayata gözlerini yuman Alex isimli papağan, bugüne kadar yaşamış olan en zeki kuş olarak biliniyor. Kendisi, 50 ayrı cismi ayırt edebiliyor, yedi ayrı rengi ve şekli tanıyabiliyor ve altıya kadar sayabiliyormuş .

12 Eylül 2013 Perşembe

Stephen Hawking -Zamanda yolculuk mümkün mü?


 Zaman... Hepimiz daha fazlasına sahip olmak istiyoruz. Keşke sınırlarından kurtulmamız için bir yol olsa, ve zamanda istediğimiz gibi yolculuk edebilsek. Uzak geçmişe ya da yüzlerce yıl ileriye gidebilsek. Dünya üzerinde ki en akıllı insanlar bu hayali gerçekleştirebilmek için yıllarını verdiler ancak başarılı olamadılar. Fakat şimdi modern bilim şu soruyu cevaplayabilecek ilginç yollar ortaya çıkardı. Zamanda yolculuk mümkün mü ve mümkünse nasıl yapabileceğiz?



" Merhaba. Adım Stephen Hawking. Fizikçi, kozmolog ve bir çeşit hayalciyim. Hareket edemesem ve bir bilgisayar aracılığıyla konuşmak zorunda olsam da, zihnimin içinde özgürüm. Evreni keşfetme ve büyük sorular sorma özgürlüğüne sahibim. Mesela: Zamanda yolculuk mümkün mü? Geçmişe bir kapı açabilir miyiz ya da geleceğe bir kestirme yol bulabilir miyiz? Tabiatın yasalarını nihayet bizzat zamanın efendisi olmak yönünde kullanabilir miyiz?
Zamanda yolculuk vaktiyle bilimsel bir sapkınlık gibi görülüyordu. Kafayı yemiş derler korkusuyla bu konuda konuşmaktan kaçınırdım. Fakat artık o kadar temkinli değilim. Aslında Stonehenge’i inşa eden insanlara daha fazla benziyorum. Zamana taktım kafayı. Bir zaman makinem olsaydı, güzelliğinin zirvesinde Marylin Monroe’yu ziyaret ederdim ya da teleskopunu gökyüzüne çevirirken Galile’nun yanında bitiverirdim. Hatta belki, bütün kozmik hikâyemizin nasıl sona erdiğini bulmak için evrenin sonuna yolculuk yapardım.
Bunun nasıl mümkün olabileceğini anlamak için zamana fizikçilerin yaptığı gibi bakmamız lazım - yani dört boyutlu olarak. Göründüğü kadar zor değil. Her dikkatli öğrenci bütün fiziksel nesnelerin, hatta tekerlekli sandalyedeki benim bile, üç boyutlu var olduğunu bilir. Her şeyin bir genişli, bir yüksekliği ve bir de uzunluğu vardır. 
Fakat başka tür bir uzunluk da var, zaman içinde bir uzunluk. Bir insan 80 yıl yaşayabilir, fakat sözgelimi Stonehenge taşları binlerce yıldır ayakta. Ve güneş sistemi milyarlarca yıl sürecek. Her şeyin uzayda olduğu kadar zamanda da bir uzunluğu var. Zamanda yolculuk, bu dört boyutun içinden yolculuk etmek demek.

Etrafımız solucan deliği dolu
Bunun ne anlama geldiğini anlamak için, her günkü gibi normal araba yolculuğu yaptığımızı tahayyül edelim. Düz bir çizgide ilerlediğinizde tek boyutta yolculuk yaparsınız. Sağa veya sola döndüğünüzde ikinci boyutu eklersiniz. Kıvrımlı bir dağ yolundan aşağı veya yukarı gittiğinizde uzunluk boyutu eklenir, yani her üç boyutta da yolculuk yapıyor olursunuz. Peki zamanda nasıl yolculuk yapabiliriz? Dördüncü boyutta ilerlemenin yolunu nasıl bulabiliriz?
Bir an için küçük bir bilimkurgu turuna çıkalım. Zamanda yolculuk filmleri genellikle devasa, enerji canavarı bir makine gösterir bize. Makine dördüncü boyut içinde bir yol, zamana doğru bir tünel yaratır. Zaman yolcusu, ki cesur ve muhtemelen çılgın bir şahıstır, bilinmeyene hazırdır, zaman tüneline girer ve bilinmeyen bir zamanda zuhur eder. Bu konsept zoraki, gerçeklik de bundan çok farklı olabilir, fakat söz konusu fikir kendi içinde o kadar da çılgınca değil.
Fizikçiler de zaman içindeki tüneller hakkında kafa yoruyor, fakat biz meseleye farklı bir açıdan yaklaşırız. Geçmişe veya geleceğe açılan kapıların tabiat yasaları dahilinde mümkün olup olamayacağını merak ederiz. Geldiğimiz noktada bizce bu mümkün. Dahası, buna bir isim bile veriyoruz: Solucan deliği. Gerçek şu ki tüm çevremiz solucan delikleriyle doludur, sadece görülmeyecek kadar küçüktürler. Solucan delikleri çok ufaktır. Uzay ve zamanın kuytularında ve çatlarında oluşurlar. Zor bir mefhum gibi geliyor olabilir size, ama sabredin.
Hiçbir şey düz veya yekpâre değildir. Herhangi bir şeye yeterince yakından bakarsanız, onun içinde delikler ve pürüzler görürsünüz. Bu temel bir fizik prensibidir ve benim için bile geçerlidir. Bir bilardo topu gibi pürüzsüz bir şeyde bile küçük gedikler, çatlaklar ve boşluklar vardır. Şimdi bunun ilk üç boyut için de geçerli olduğunu rahatlıkla gösterebiliriz. 
Fakat bunun dördüncü boyut için de geçerli olduğu konusunda bana güvenin. Zaman içinde de küçük gedikler, çatlaklar ve boşluklar vardır. En küçük birimlerin, atomlardan ve moleküllerden bile küçük birimlerin altına 
indiğimizde, kuantum köpüğü denilen bir yere ulaşırız. İşte solucan delikleri buradadır. Uzay ve zaman boyunca sürekli küçük tüneller veya kestirmeler şekillenir, kaybolur ve bu kuantum dünyası dahilinde yenilenir. Ve bunlar aslında iki ayrı yeri ve iki ayrı zamanı birbirine bağlar.
Ne yazık ki bu gerçek hayata ait zaman tünelleri, santimetrenin sadece milyar-trilyonda biridir. Bir insanın geçemeyeceği kadar küçüktür - fakat solucan deliği zaman makineleri kavramının vardığı yer de burası. Bazı bilimciler bir solucan deliğini yakalayıp trilyonlarca kere büyütmenin ve böylece bir insanın, hatta bir uzay gemisinin geçebileceği hale getirmenin mümkün olabileceğini düşünüyor.
Yeterince güç ve ileri teknoloji bulunabilirse, belki dev bir solucan deliğini uzayda inşa etmek bile mümkün olabilir. Bunun yapılabileceğini söylemiyorum, fakat yapılabilse hakikaten çarpıcı bir aygıt olurdu. Bir ucu burada, Dünya’ya yakın, diğer ucuysa çok uzakta, ücra bir gezegenin yakınında olabilirdi.



Geçmişteki partime gelir miydiniz?
Teorik olarak, bir zaman makinesi veya solucan deliği, bizi diğer gezegenlere götürmekten daha da fazlasını yapabilir. Eğer her iki uç aynı yerde olsaydı ve mesafe yerine zaman üzerinden ayrılsaydı, bir gemi yine Dünya’nın yakınına uçup gelebilir, fakat bu kez vardığı yer uzak geçmiş olabilirdi. Belki de dinazorlar gemiyi iniş yaparken izlerdi.
Dört boyut dahilinde düşünmenin kolay olmadığının farkındayım ve solucan delikleri zihninizde yer etmesi zor olan çetrefilli bir kavram, fakat biraz daha sabredin. Şu an, hatta gelecekte insanın zamanda yolculuk yapmasının mümkün olup olmayacağını ortaya koyabilecek basit bir deney düşünüyorum. 
Basit deneyleri ve şampanyayı severim.
Gelecekten geçmişe zaman yolculuğunun mümkün olup olmadığını görmek için en sevdiğim iki şeyi birleştiriyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...